Temel İslam Bilimleri Bölümü Koleksiyonu

Bu koleksiyon için kalıcı URI

Güncel Gönderiler

Listeleniyor 1 - 20 / 28
  • Öğe
    Kur’ân’a Göre Âhiretteki Sorgunun Mahiyeti
    (2024) Kılıç, Hasan
    Âhiret hayatına ilişkin yapılan tasvirler Kur’ân’da en yoğun şekilde işlenen konular arasında yer almaktadır. Bunun en temel sebebi, âhiret inancı ve hesap verme bilincini insanın zihin ve gönlüne yerleştirerek davranışlarının olumlu yönde değişimini sağlayabilmektir. Ayrıca birçok farklı olay ve hadisenin yaşandığı âhiretin çeşitli aşamaları hakkında muhatapları bilgilendirmek de bu sebepler arasında yer almaktadır. İnsanın yaptıklarının hesabını vermek üzere sorguya çekileceği süreç âhiretin önemli aşamalarından biri olarak ön plana çıkmaktadır. Sorgu âhiretin en temel esaslarından biri olmasına rağmen bazı âyetlerde bu gerçekle çelişecek şekilde günahkâr ve suçluların sorguya çekilmeyeceğine, onların konuşmasına, özür beyanında bulunmasına müsaade edilmeyeceğine dair çeşitli bilgilere rastlanmaktadır. Âyetler arasındaki bu müşkillik genellikle âhiret gününün çok uzun bir zaman dilimini içeren farklı aşamalardan oluştuğu, bu aşamaların bazılarında sorgu yapılacağı, bazılarında ise sorgunun olmayacağı şeklindeki teoriyle izale edilmiştir. Ancak Kur’ân’da kıyamet-âhiret süreçlerinin sistemli bir aşama ve sıralama çerçevesinde anlatma gibi bir gayenin bulunmaması önerilen çözüm yöntemini yetersiz hale getirmektedir. Âyetlerin bağlamı ve konuyla ilgili rivayet malzemesi birlikte değerlendirildiğinde çelişki arz eden hususların her biri esasında âhiret hayatının korkunç ahvaline yönelik farklı anlam çağrışımları yapmaktadır. Buna göre sorguya çekme, işledikleri kötü söz ve eylemler sebebiyle suçlu ve günahkârların kusurlarını, hatalarını ortaya dökerek onları rezil etme ve aşağılama amacına matuftur. Sorguyu nefyeden ifadeler ise azabı hak eden kimselere kesinlikle merhamet edilmeyeceğini, onlar için özür ve mazerette bulunma müddeti kadar bile süre verilmeden cehenneme atılacakları uyarı ve ikazını içermektedir. Sorgunun azarlama ve kınama eylemine dayalı psikolojik bir azap vasıtası olması sebebiyle bu incitici muameleye maruz kalacak grup olarak müşrikler ön plana çıkmakla beraber bazı âyetlerde müminlerin hatta peygamber ve meleklerin sorguya çekileceğine işaret edilmektedir. Bu bakımdan çalışma konuyla ilgili müşkillik arz eden hususları açıklığa kavuşturma, sorgunun işlenen ameller hakkında bilgi sahibi olmaktan ziyade kötü amel sahiplerinin psikolojik şiddete maruz kalacağı bir aşamaya tekabül ettiğini vurgulama amacı taşımaktadır. Bunun için ilk olarak sorgu süreci ve bu süreçle çelişen âyet ifadelerinin genel bir değerlendirmesi yapılarak âhiretteki sorgunun günahkârlara yönelik uyarı ve tehdit anlamı içerdiği belirtilecektir. Ardından Kur’ân’da sorgulanacak hususlar muhatap kitleyi gözeten bir tasnif doğrultusunda incelenecektir. Bu sayede sorgu konusu yapılacak söz ve eylemlerin benzerlikleri, ortak noktaları tespit edileceği gibi peygamber ve melekler için bu sürecin taşıdığı anlama ilişkin belirli bir kanaate ulaşılacaktır. Son olarak ise cennete girecek müminlerin sorgulanıp sorgulanmayacakları veya bu süreç sırasında müşriklerden farklı olarak güzel muamelelerle karşılaşacaklarına dair Mâverdî (öl. 450/1058) kaynaklı bilgi malzemesi, sorgunun mahiyet ve kapsamı çerçevesinde tartışmaya açılacaktır. Araştırmanın kapsamı Kur’ân’daki âhiretteki sorguyla ilişkili âyet ifadelerinin tahlil ve analiz edilmesiyle sınırlı olmakla birlikte çalışmada bu sürece işaret eden başka âyetler de inceleme konusu yapılacaktır. Yöntem olarak tahlilî metot izlenerek, Kur’ân’daki ifadelerin anlamını tespit etmede âyetin bulunduğu bağlam ve konu bütünlüğü hareket noktası olacaktır. Ayrıca Hz. Peygamber’in hadisleri başta olmak üzere konuyla ilgili rivayet malzemesi gerek doğru anlamı belirlemede gerekse varılan neticenin tutarlılığını tespit etmede daima göz önünde tutulacaktır.
  • Öğe
    Mütevâtir Haber ile Hadis İlmi Arasındaki Bağ
    (2024) Gökçe, İbrahim
    Rivâyetler, geçmişten geleceğe kurulan bilgi köprüleridir. Dünya var olduğu günden beri insanlar geçmişleriyle bu köprüler aracılığı ile bağ kurmuşlar; medeniyetlerinden, kültürlerinden, kökenlerinden ve dinî değerlerinden bu bağ sayesinde haberdar olmuşlardır. İslâm dini başta olmak üzere kadim dinlerin sonraki nesillere yazılı ve sözlü aktarımı düşünüldüğünde haber ve rivâyetin var ettiği bu bağın önemi daha iyi anlaşılmaktadır. İnsanlık tarihinde önemli bir yere sahip olan haber olgusu, İslâmi ilimler içinde aktarılış biçimi, bilgi değeri gibi kriterlere göre farklı tasnif ve taksimlere tabi tutulmuştur. Bu tasnif ve taksimler içinde haberlerin mütevâtir ve âhâd olarak iki kısımdan oluştuğu kabulü daha fazla benimsenmiştir. Bununla birlikte her iki kavram hakkında “varlıkları, şartları ve delil kabul edilme durumları” gibi konularda geçmişten günümüze devam eden yoğun tartışmalar da yaşanmıştır. Bu bağlamda özellikle müteahhir dönem hadis tarihinde âhâd ve mütevâtir haber üzerine kavramsal tartışmalar yapıldığı bilinmektedir. Çalışmamız bu tartışmalardan biri olan mütevâtirin hadis ilminin konusu olmadığı, fıkıh ilminden alındığı iddiasını ve bu iddianın gerekçelerini araştırmayı hedeflemektedir. Çalışma esnasında, tartışmanın mütevâtir haberin hangi şartlar altında kesin ve yakînî bilgi ifade ettiği noktasında yoğunlaştığı tespit edilmiştir. Bir rivâyetin mütevâtir olabilmesi için naklin yapıldığı dönemin doğal şartlarına göre her tabakadaki râvilerin sayısal çokluklarından dolayı yalan üzere ittifak etmelerinin mümkün olmaması gerektiğini ileri sürenler, mütevâtir kavramının hadis ilminin bir parçası olamayacağını savunmaktadırlar. Onlara göre râvilerin yalan üzere ittifak etmelerinin imkansızlığı çok sayıda olmaları ile gerçekleşmekte ve bu da haberin kesin bilgi ifade ederek mütevâtir olarak nitelenmesini sağlamaktadır. Doğal olarak râvi incelemesi sonrasında rivâyetin makbul olup olmadığına karar veren isnâd ilmi, sayısal çokluk sebebiyle yalan söyleme ihtimali olmayan ve kesin bilgi ifade eden bir haber ile ilgilenmeyecektir. Ayrıca hadislerin tabakalardaki râvi sayıları incelendiğinde sayısal çokluk sayesinde mütevâtir kabul edilebilecek rivâyet bulmak neredeyse imkansızdır. Bu görüş sahipleri bu iki gerekçeden hareketle mütevâtir haber kavramının hadis ilmiyle doğrudan bir bağı olamayacağını savunmuşlardır. Mütevâtir haberlerin kesin bilgi ifade etmesini râvilerin yalan üzere birleşme ihtimallerinin bulunmaması olarak kabul etmekle birlikte bunun sadece sayısal çokluk veya mekânsal uzaklık ile sınırlandırılmaması gerektiğini savunanlar ise, râvilerin sahip oldukları üstün meziyetlerin de hesaba katılması gerektiğini savunmuşlardır. Onlara göre mütevâtir haberin belirleyici şartı “yalan üzere ittifakın mümkün olmamasıdır” ve bu, râvilerin sıfatları ile de gerçekleşebilir. Bu açıdan bakıldığında mütevâtir haber hadis ilminin konusudur ve hadisler arasında birçok mütevâtir rivâyet bulunmaktadır. Tarafların bu iddiaları gördüğümüz kadarıyla daha önce herhangi bir araştırmaya konu olmamıştır. Biz bu konuyu çalışırken daha çok hadis usûlü eserlerinden istifade etmeye çalıştık. Hadis usûlü eserlerine müracaat esnasında “Mütevâtir haberin hadis ilmi ile bağı nedir? Muhaddislere özgü bir mütevâtir anlayışından söz edilebilir mi? Hadislerin içinde mütevâtir olup olmadığı tartışmasının çıkış noktası nedir?” gibi soruların cevaplarını aradık. Cevaplar aranırken kronoloji takip edilerek görüşlerin aktarılmasına gayret göstermekle birlikte konu bütünlüğünün bozulmaması için bazen bu yöntemi terk etmek zorunda kaldık. Çalışmada eksik tümevarım yöntemiyle bazı genellemelere yer verdiğimizi de ifade etmek isteriz.
  • Öğe
    19. Yüzyıl Osmanlı Lübnan’ında Sosyokültürel Değişim ve Fıkhî Açıdan Değerlendirilmesi: Abdurrahman el-Hût’un İrşâdü’l-avâm Adlı Eseri Çerçevesinde Dönemin Güncel Fıkıh Meselelerine Dair Bir İnceleme
    (2024) Çöklü, Ramazan
    Bu araştırmada 19. yüzyıl Osmanlı Lübnan’ında önemli bir figür olan Abdurrahman b. Muhammed b. Dervîş el-Hût’un hayatı, ilmî şahsiyeti ve İrşâdü’l-avâm ilâ sebîli’s-selâm adlı eseri çerçevesinde dönemin Müslüman halkının güncel fıkhî meseleleri ele alınmıştır. 19. yüzyılda Lübnan tıpkı günümüzdeki gibi farklı kökenlere sahip ve farklı inançları benimseyen toplulukların bir arada yaşadığı bir bölgedir. Müslümanlar ile diğer dinlere mensup gruplar arasındaki sosyokültürel etkileşim, birtakım Müslümanların diğer din mensuplarının âdetlerini benimsemesine neden olmuş, Abdurrahman el-Hût da Müslümanları uyarmaya çalışmıştır. İrşâdü’l-avâm onun bu konuları incelediği; yaşadığı dönemin güncel fıkıh meselelerini ele aldığı eseridir. Müellif bu kitapta faiz alıp vermenin, alışverişte hile yapmanın, çalgılı müzik aletlerini dinlemenin, iskambil, tavla, satranç, domino, modern at yarışı ve benzeri oyunları oynamanın, gazino ve meyhane gibi yerlere gidip eğlenmenin ve dinden çıkaran sözlerin hükmünü ele almıştır. Son kısımda da kadınlarla ilgili; kadınların gidebileceği yerler ve modern tesettür modellerine dair açıklamalar yapmıştır. Araştırma İrşâdü’l-avâm’ın Osmanlı arşivlerindeki matbu nüshası esas alınarak yazıya dökülmüştür. Dönemin Osmanlı halkının dinî yaşantısının ve Abdurrahman el-Hût’un ilmî şahsiyetinin ele alındığı ilk çalışmalardan sayılabilecek bu araştırmada önce onun hayatından ve ilmî kişiliğinden söz edilmiş, akabinde Lübnan’daki siyasî ve sosyal hayattan kısaca bahsedilmiştir. İrşâdü’l-avâm’ın genel özellikleriyle devam eden araştırmada son olarak dönemin güncel fıkhî meselelerine yer verilmiştir. Güncel fıkıh meseleleri incelenirken müellifin görüşleri, ileri sürdüğü bazı delillerle birlikte açıklanmış ve analiz edilmiştir. Araştırma, sosyal çevrenin ve kültürel yaşamın fakihin görüşünün belirginleşmesinde etkili olduğunu göstermesi bakımından önemlidir.
  • Öğe
    Mele’ İfadesinin Anlam Yelpazesi ve Kur’an Kıssalarındaki Yansımaları
    (Istanbul University Press, 2021) Yaşar, Mehmet
    Kur’an kıssaları, birçok mesaj barındırmaktadır. Bu sebeple de çok çeşitli yönlerden irdelenmesi gerekmektedir. Özellikle Kur’an’ın, aktardığı kıssalarda ön plana çıkardığı ifadelerin ve hakikatlerin incelenip anlaşılması, Kur’an’ın arzuladığı mefhuma ulaşmak noktasında ayrı bir ehemmiyete sahiptir. Kur’an’ın kıssalarda yoğunlukla zikrettiği ve neredeyse her kıssada altını çizdiği ifadelerden biri mele’ ifadesidir. Mele’ Arap dilinde birçok anlama gelmektedir. Kur’an’da da bu ifade çeşitli anlamalarda zikredilmiş ve el-meleü’l-a‘lâ tamlaması şeklinde de kullanılmıştır. Bu açıdan bakıldığında Kur’an kıssalarının mesajlarının iyi anlaşılması için Kur’an’ın bu ifadeye hangi anlamlar yüklediğinin tespiti son derece önemlidir. Bu çalışma, mele’ ifadesinin gerek Arap dilinde gerekse Kur’an’da hangi anlamlarda kullanıldığını konu edinmektedir. Bu bağlamda meleʾ ve el-meleü’l-a‘lâ ifadeleriyle ilgili müfessirlerin ve Arap dilcilerin görüşleri, ilgili âyetlerin bağlamı ve Kur’an’ın bu ifadeyi zikrettiği yerlerde kıssaların merkezinde değerlendirip değerlendirmediği bu çalışmanın konusunu oluşturmaktadır. Bunun yanı sıra bu çalışma, meleʾ topluluğunun peygamberlerin davetine, muhataplara ve Mekkî döneme ne gibi yansımaları olduğuna da dikkat çekmeyi hedeflemektedir. The stories within the Qur’an contain many messages. Consequently, it is important to examine the text from various perspectives. In particular, examining and understanding the expressions and truths that the Qur’an espouses is essential understanding its essence. One of the expressions that the Qur’an frequently mentions in the stories is “mele.” Mele has several meanings in the Arabic language. In the Qur’an, this expression is mentioned through various meanings and has been used as the phrase mele’i’l-a’lâ. Therefore, it is extremely important to determine the meanings the Qur’an attributes to this expression to facilitate greater understanding of the messages within the Qur’anic stories. This study analyzes the meanings of the word “mele” used both in the Arabic language and in the Qur’an. In this context, the views of commentators and Arabic linguists on the expressions mele’ and mele’i’l-a‛lâ, the context of the relevant verses, and whether the Qur’an considers this expression at the center of its stories, constitutes the subject of this study. In addition, this study aims to highlight the influence the angel community had on the invitation of the prophets, the addressees, and the Meccan period.
  • Öğe
    Muhammed Ebû Zehre’ye Göre Kur’ân Kıssalarının Özgün Yönleri
    (Aksaray University, Faculty of Islamic Sciences, 2024) Yaşar, Mehmet
    Geçmişten günümüze kadar Kur’an kıssaları üzerine birçok çalışma yapılmıştır. Bu alanda özgün fikirleriyle ön plana çıkan Muhammed Ebû Zehre’de (ö. 1394/1974) bunlardan biridir. O kıssalar konusunu teorik açıdan tartışmakla kalmamış, âyetlerin yorumlanmasındaki pratik etkilerine de yoğunlaşmıştır. Çalışmada onun kıssaların üslûbuna, konuyu aktarım biçimine, mesajlarının içeriğine yoğunlaştığı görülmüştür. Onun nazarında kıssaların, vahyin Allah’ın kelâmı olduğunun kanıtı olarak sunulmasının yanı sıra, tarihte yaşanmış gerçek olayların devam eden izlerinin hatırlatılması üzerinden dersler verilmesi gibi gayeler barındırdığı anlaşılmıştır. Bunun yanı sıra onun Kur’ân’ın, kıssalar üzerinden semavî dinlerin ortak noktalarından bazılarını vurguladığını savunduğu ve bunların neshe tâbi tutulamayacağının altını çizdiği görülmüştür. Ebû Zehre’nin bazı kıssaların tekrarını, İslâm düşünce sisteminin zihinlere yerleşmesi ve bu düşüncelerin pratiğe yansıması için gerekli gördüğü çalışmada tespit edilen bir diğer noktadır. Ebû Zehre’nin Kur’an kıssalarının beyânî, iʿcazî, tarihî, gaybî, lugavî, fıkhî boyutları olduğunu ve birçok Kur’ân kıssasının bu zaviyeleri içerdiğini savunduğu ve bu yönleri başarılı bir şekilde ortaya koyduğu örnekler üzerinden ele alınmıştır. Bu çalışma, kıssaların özgün yönlerini ortaya koymak ve âyetlerin anlaşılmasındaki etkisini belirlemek adına, Ebû Zehre’nin kıssalara yaklaşımının tespiti üzerinedir. Bu bağlamda onun Kur’an kıssalarının beyânî, iʿcazî, tarihî, gaybî, lugavî, fıkhî boyutlarını eserlerindeki pratik örneklerle nasıl somutlaştırdığına odaklanılmıştır. Bu çalışmada, Ebû Zehre’nin Zehretü’t-tefâsîr adlı tefsirinden ve Kur’an kıssalarını ele alan diğer eserlerinden istifade edilerek, nitel araştırma yönteminin doküman inceleme modeli kullanılarak, onun kıssaları ele alış yöntemine dair tespitlerde bulunulmuştur.
  • Öğe
    Arap Dilinde “Vâv” (?) Edatının Fonksiyonları
    (Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, 2020-03-18) Geylani, Mahfuz
    Edatlar kendi başlarına herhangi bir anlam ifade etmeyen, cümle içerisinde anlam yüklenen unsurlardır. İsim ve filleri birbirine bağlama işlevi görürler. Edatlar konuşan kişinin farklı anlamlar oluşturmak için başvurduğu araçtır. Kendisinden sonra gelen sözcükleri etkilerler. Yani o sözcükler üzerinde amil olurlar. Klasik nahiv kitaplarında isim ve fiilden sonra zikredilen harf bölümünde geniş bir şekilde ele alınırlar. Bu edatlardan Arap dilinde kullanımı geniş olanlardan birisi de “vâv” harfidir. Bu çalışmada “vâv” edatının/harfinin Arap dilindeki işlevine dikkat çekilmiştir.
  • Öğe
    Vakf-ı Lâzım ile İlgili Tespit ve Tahliller
    (Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, 2021-03-21) Kara, Mehmet
    Kur’ân-ı Kerîm’in tilâvetinde âyetlerdeki murâd-ı ilâhînin anlaşılabilmesini temin için mushaflarda yer verilen vakf alametlerine riayet edilmesi önem arz eder. Bu bağlamda değerlendirilen vakf alametlerinden birisi, ilk olarak Ebû Ca‘fer Muhammed b. Tayfûr es-Secâvendî’nin (ö. 560/1164) ihdas ettiği ve mushaflarda (? (remzi ile gösterilen vakf-ı lâzımdır. Secâvendî’nin vakf tasnifi içerisinde en önemli vakf türü sayılan vakf-ı lâzımın inceleneceği bu çalışmada, öncelikle bu vakf türünün kavramsal çerçevesi, vakf-ibtidâ ilim tarihindeki yeri, önemi ve diğer vakf türleri ile benzer ve farklı yönleri üzerinde durulmuş; daha sonra ülkemiz mushaflarındaki vakf-ı lâzım alameti bulunan âyetlerin kategorik tasnifi ile bazı âyetlerin tahliline yer verilmiştir. Bunun neticesinde vakf-ı lâzım alameti bulunan yerlerdeki vakf gerekliliğinin gerekçesi tespit edilmeye çalışılmış ve aynı gerekçeyi ihtiva eden bazı yerlerde bu tarz bir vakf yaklaşımının tercih edilmemesinin muhtemel nedenleri değerlendirilmiştir.
  • Öğe
    Kur’an’a Göre Ruh-Nefs İlişkisi Bağlamında Psikolojik Gerilimin Mahiyeti
    (Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, 2021-03-21) Gözden, Mustafa Erhan
    Ruh ve nefs kavramları insan psikolojisini ifade etmede kullanılan iki anahtar terimdir. Bunlar, zamanla anlam bakımından iç içe girmiş ve bazı yerlerde birbirlerinin yerine kullanılır hâle gelmiştir. İç dünyadaki olgular mutlaka bu iki unsurdan biriyle izah edilmektedir. Stres olarak da bilinen psikolojik gerilim bu olguların başında gelmektedir. Bu meyanda psikolojik gerilimin mahiyetinin, kendisiyle başa çıkma bakımından ruha veya nefse atfen açıklanması kanaatimizce önemlidir. Bu çalışmada, psikolojik gerilimin ruh-nefs ilişkisi bağlamında Kur’ânî verilere göre değerlendirilmesi hedeflenmiştir.
  • Öğe
    El-Ezherî'nin Tehzibu'l-Luğa'da Dilcilerden yaptığı Nakiller
    (Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, 2019-09-18) Jnaidi, Omar Adeeb Shaker
    Ezherî, güvenilir dilbilimciler arasındadır. Yaptığı nakillerde rivayetin sıhhati hususunda hassas davrandığı için çalışma konusu olan Tehzîbu’l-luğa’sı da Arapça dil sözlükleri arasında önemli yere haizdir. Ezherî, dil rivayetinde üç yol takip etmiştir. Bunlar Araplardan doğrudan semâ‘; sikadan sözlü rivâyet ve bir kitabın doğrudan sika olan kendi müellifinden veya kitabında rivâyet ettiği kişiden nakildir. Ezherî’nin dil rivayetinde takip ettiği metotlardan biri olan semâ’ metodunu bir başka çalışma konusu olarak ele aldım. Bu çalışmada ise Ezherî’nin kendinden önceki güvenilir dilcilerden aktardığı rivayet metodu değerlendirmeye tabi tutulacaktır. Naklî rivayet, dil alanında yazılmış sözlükleri ayrıcalıklı kılan özelliklerden biridir. Zira sonradan gelenler ilklerden ve ilklerin eserlerinden nakil yaparlar. Ezherî de kendisinden önceki güvenilir dilcileri benimsemiş ve kitabında söz konusu dilcilerden nakiller yapmıştır. Sözlüğünün giriş kısmında nakil yaptığı alimleri eserleriyle birlikte zikretmiş ve onları tasnife tabi tutmuştur. Kâtiplerin hatalarını içeren kitapları eleştirici bir tavırla denetlemiş ve kitaptakilerin doğruluğundan emin olmak istemiştir. Böylece doğru bilgileri kitapta tutmuş ve yanlışları da çıkarmıştır. Bu çalışmada Ezherî’nin kendilerinden nakil yaptığı dilciler bire bir değerlendirmeye tabi tutulacaktır. Yine Ezherî’nin nakil yaptığı dilcilerden ve kitaplarından yararlandığı bilgilerin sıhhati hususundaki tespitleri ve takip ettiği metot ortaya konulacaktır.
  • Öğe
    Abdullah Bosnevî’nin Sirrü’l-hakâiki’l-ilmiyye fî Beyâni’lA‘yâni’s-sâbite Adlı Eseri: İnceleme ve Tahkîk
    (Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, 2019-09-18) Koçinkağ, Mansur; Kösen, Cumali
    Abdullah Bosnevî, Sûfî paradigmanın anlaşılması bağlamında önemli çalışmalara imza atmış ve bundan dolayı “Şârihü’l-Fusûs” diye ün kazanmıştır. Kendisi, pek çok alanda çalışmalar vermiş olsa da eserlerinin çoğu nazarî tasavvuf alanına dairdir. Nitekim incelemeye çalıştığımız bu risâlede, İbn Arabî’nin paradigmasının kilit kavramlarından biri kabul edilen a‘yân-i sâbiteyi konu edinmiştir. Bu makalede, söz konusu risâlenin içerik tahlilini ve edisyon kritiğini yaparak araştırmacıların istifadesine sunmayı hedeflemekteyiz.
  • Öğe
    Şemseddîn el-İsfahânî’ye (ö. 688/1289) Göre İlletin Red Yolları
    (Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, 2019-09-18) Koçinkağ, Mansur
    Kıyasın temel rükünlerinden kabul edilen illet, fıkıh usulüne dair eserlerde üzerinde titizlikle durulan meselelerden biri olagelmiştir. İlletin mahiyeti, tespit yolları ve ona yöneltilen itirazlar bu bağlamda konu edilen en önemli hususlardır. Biz de bu çalışmamızın girişinde kısaca illetin mahiyetine temas edip ardından İsfahânî’ye göre illetin red yollarının neler olduğunu ve illete yöneltilen tutarsız itirazları incelemiş bulunmaktayız. Böylece onun fıkıh usûlü düşüncesinde kimden etkilendiği ve hangi mektebe mensup olduğu da tespit edilmiştir.
  • Öğe
    Suudi Arabistan’daki Mehir Uygulamalarına Dair Bir İnceleme
    (Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, 2019-09-18) Yargı, Mehmet Ali
    Bu çalışmada Suudi Arabistan’da mahkemelere ve sosyal hayata yansıyan birçok yönüyle mehre ilişkin uygulamalar ele alınmıştır. Mehrin kimin hakkı olduğu, kime verildiği, “başlık parası”na veya “kalın”a benzeyip benzemediği, alt ve üst sınırının ne olduğu, peşin veya veresiye; resmî veya gayriresmî belirlenmesinin sonuçları, geline ve ailesine damadın gönderdiği hediyelerin mehirden sayılıp sayılmayacağı ve mehrin aile hayatındaki işlevi gibi hususlar incelenmiştir. Mehrin aile birliği kurulurken önemli olduğu kadar onun korunmasında, eşler arasında hak ve sorumluluk bakımından dengenin sağlanmasında ve evlilik birliği sona erecekse adaletli bir şekilde sona ermesinde önemli bir işleve sahip olduğu görülmüştür. Bu bakımdan bu çalışma aile hukukunda mehrin önemli bir rol oynadığı İslam hukukunun sistemini, ona dayanmaksızın aile hukukunu düzenleyen diğer hukuk sistemleriyle karşılaştırmak isteyenlere önemli bir imkân sunmaktadır.
  • Öğe
    Kur’ân-ı Kerim’de Hz. Peygamber’e Verilen Hikmet ve Öğretilen Sünnet
    (Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, 2019-09-18) Kesler, Muhammed Fatih
    Cahiliye Arap toplumundan başlayarak bütün insanları ilahi bildirimler doğrultusunda eğitmek ve kendilerine rehberlik yapmakla görevlendirilen ve hiçbir beşerden dini bir eğitim almadığı bilinen Hz. Peygamber’in, aşkın bir güç tarafından eğitilmiş olması gerekir. Bu bağlamda Kur’ân-ı Kerim (en-Nisâ/113), ona vahyin yanı sıra bu kutsal metinleri tahkim eden bir başka nimetin, “hikmet” olarak bahşedildiğini belirtmektedir. Hikmet kelimesi, araştırmamız esnasında da görüleceği üzere kullanıldığı ayetlerdeki bağlama göre değişik anlamlar ifade etmektedir. Ancak biz, bunların arasından, konumuza uygun olduğunu düşündüğümüz;“gem vurmak yani olumsuz durumlardan engellemek” ve “özel ilahi bilgiyle eğitmek” gibi anlamları temel alarak Hz. Peygamber’in edindiği rabbani eğitimi ve kendisine öğretilen sünnetin neşet ettiği kaynağı inceleyeceğiz. Onun eğitiminin, peygamberlik öncesi yaşantısını oluşturan kırk yıllık süreç ve peygamberlik sonrasını oluşturan yirmi üç yıllık süreç olmak üzere iki dönemden oluştuğu bilinmektedir. Bu süreçlerin birincisinde kendisinin, müşrik bir toplumda yaşamasına rağmen, etrafında cereyan eden birtakım yanlış inanç ve eylemlere uymaktan ilahi bir gözetimle engellendiği birçok rivayetle sabittir. İkinci devrede ise onun, Kur’ân ayetlerinde tafsilatlı olarak açıklanmayan ancak nebevî uygulamalara yansıyan ibadetlerin ifa şekilleri ve bazı ayetlerde işaret edilen ancak muhtevası belirtilmeyen birçok hususta ilahi yönlendirme ve müdahalelere muhatap olduğu bir gerçektir. Dolayısıyla bu devrelerden birincisini; nübüvvete hazırlık devresi olarak kabul edersek, ikincisinde, Hz. Peygamber’e, Kur’ân vahyinden ayrı olarak bahşedilen manevi bir eğitim ve iletişim yoluyla sünnetin şekillendiğini söyleyebiliriz.
  • Öğe
    İmâm Buhârî’nin Sahîh’ine Kaynaklık Bakımından İmâm Mâlik’in Muvatta’sı (Tahrîc, Mukâyese ve Tahlîl)
    (Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, 2019-03-27) Durmuş, Üzeyir
    İmâm Mâlik’in Muvatta’sı İmâm Buhârî’nin Sahîh’inin önemli kaynaklarından biridir. Buhârî eserinde Mâlik’ten 696 rivâyet aktarmıştır. Bu rivâyetlerin yaklaşık %84’ü, Abdullâh b. Yûsuf etTinnîsî, İsmâîl b. Ebû Üveys ve Abdullah b. Mesleme tarikiyle nakledilmiştir. Buhârî’nin Mâlik’ten rivâyette ilk tercihi Mâlik’in talebesi Abdullâh b. Yûsuf et-Tinnîsî’dir. Buhârî’nin Tinnîsî’den rivâyetleri Mâlik’ten naklettiği toplam rivâyetin yaklaşık %43’ünü oluşturmaktadır. Buhârî, Mâlik’ten hem talebeleri, hem talebelerinin talebeleri hem de talebelerinin talebelerinin talebeleri vasıtasıyla hadis nakletmekle birlikte doğrudan onun talebelerinden aldığı rivâyetler, Mâlik’ten aktardığı rivâyetlerin yaklaşık %94’ünü oluşturmaktadır. Buhârî’nin Mâlik’ten rivâyetleri Muvatta’nın Leysî, Şeybânî, Zührî, Ka’nebî, Hadesânî, Abdurrahmân b. Kâsım, Abdullâh b. Vehb ve Ali b. Ziyâd rivâyetlerinde araştırıldığında 35 tanesi hariç kalanının bu nüshalarda yer aldığı görülmüştür. Buhârî’nin Mâlik’ten rivâyetlerinin çoğu Yahyâ b. Yahyâ el-Leysî rivâyetinde yer almaktadır.
  • Öğe
    İbnü’l-Cezerî’nin Vakf-İbtidâ İlmine Yaklaşımı
    (Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, 2018-11-26) Kara, Mehmet
    Kıraat ilminin tarihî sürecinde önemli bir âlim kabul edilen İbnü’l-Cezerî’nin (ö.833/1429) vakf-ibtidâ ilmine yaklaşımını incelemeyi hedeflediğimiz bu çalışmada öncelikle onun et-Temhîd fî ‘ilmi’tTecvîd, Mukaddimetü’l-Cezeriyye, en-Neşr fi’l-kırââti’l-‘aşr, Tayyibetü’n-Neşr vb. eserleri gözden geçirilmiştir. Bu eserler bağlamında vakf-ibtidâ ilminin kavramsal çerçevesi, vakf - kat‘ - sekte kavramları ve bu terimlerin nüansları, vakfa ve ibtidâya uygun olan veya uygun olmayan kelimeler, vakf ve ibtidâ çeşitleri, kelimelerin sonunda dikkat edilmesi gereken vakf kuralları, bazı özel kelimelerde vakfın nasıl yapılacağı gibi meseleler incelenmiştir. Önceki ve sonraki dönemlerde telif edilmiş önemli vakf-ibtidâ eserlerinden de istifade ederek İbnü’l-Cezerî’nin vakf-ibtidâ ilmindeki kaynakları, bu alandaki özgünlüğü ve etkileri tespit edilmeye çalışılmıştır.
  • Öğe
    Al - Azhari's narration on the Arabs in his book of "Tahdhib al-lugha"
    (Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, 2018-10-04) Jnaidi, Omar Adeeb Shaker
    Kadîm ve çağdaş dilcilerin çoğunluğu, Ezherî’nin sözlüğü Tehzîbu’lluğa’daki dil rivayetine olumlu bir şekilde baktılar. Yaptığı nakillerde onun güvenilir olduğunu; dilcilerin rivayetlerini iyice araştırdıktan sonra kabul ettiğini; sahih rivayet, Araplardan işittiği veya müşahede ettiğiyle istişhâd ettiğini gördüler. Karmatîler arasında esir olarak geçirdiği dönemden faydalanmıştır. Şöyle ki hâla selîka ile konuşmaya devam eden Araplar ile konuşmuş ve onlardan rivayette bulunmuştur. Ezherî, bu sözlüğünde bizzat kendisi dil âlimlerinden nakledilen rivayetlerin senetlerini tahkik etmede titiz davrandığını ve dil rivayetinde üç yolu takip ettiğini ifade etmiştir. Bunlar Araplardan doğrudan semâ‘; sikadan sözlü rivâyet ve bir kitabın doğrudan sika olan kendi müellifinden veya kitabında rivâyet ettiği kişiden nakildir.
  • Öğe
    Vahdet-i Vücûd Okuluna Göre İnançların Birlik ve Çokluğu ve Vahdet-i Ma‘bûd Problemi (***)
    (Theosophia Dergisi, 2020-12) Bedirhan, Muhammed
    Teşekkül döneminden itibaren din kavramı ve dindarlıkla ilgili temel meseleler sûfîlerin ilgisini çeken konular içerisinde yer almıştır. Bu nedenle sûfî müelliflerin konuyla ilgilendiği ve özgün bir dînî düşünce üretme çabası içinde olduğu görülmektedir. Tasavvufun geliştirdiği bu dînî düşünce geleneği içinde İslâm dışındaki diğer dinler ve onlardaki inanç ve ibâdetler, bu din mensuplarıyla karşılıklı ilişkilerle ilgili problemlere de yer verilmiştir. Bu bağlamda dinin doğası, dinler ve inanç sistemleri ve bunların birbirleriyle ilişkileri hakkında en özgün açıklamalar ise tasavvuf geleneği içerisinde gelişen büyük dünya görüşlerinden biri olan Vahdet-i Vücûd okuluna aittir. Bu makalede Vahdet-i Vücûd okulunun din kavramı ve bu kavramla ilgili bazı temel hususlarla ilgili ana görüşleri değerlendirilmektedir. Buna göre makale çerçevesinde Vahdet-i Vücûd anlayışına bağlı olarak dinin tanımı, dine duyulan ihtiyaç, dinlerin hakîkatinin birliği, dinlerin çokluğunun nedeni ve vahdet-i ma‘bûd anlayışı ele alınmıştır.
  • Öğe
    Heyûlânî İnanç: İsmâîl Hakkî Bursevî’ye Göre Ârifin Dini (***)
    (Theosophia Dergisi) Bedirhan, Muhammed
    Monistik bir dünya görüşüne sahip Vahdet-i Vücûd doktrini bu görüş çerçevesinde gelişmiş bir din felsefesi üretmiştir. Bir tür perennialism ifade eden bu din felsefesine göre bütün dinler ve şerîatlar tek bir hakîkatin farklı sûretlerde tecellîsinden ibarettir. Kendisine ibâdet edilen her şeyin de hakîkati mutlak hakîkat olan Hakk’ın zâtıdır. Dolayısıyla sülûk yoluyla Hakk’a ulaşan bir ârifin inancı bütün inanç biçimlerini kuşatan bir itikattır. Osmanlı tasavvuf düşüncesinin ve Vahdet-i Vücûd anlayışının XVII. ve XVIII. yüzyılda yaşayan önemli isimlerinden biri olan İsmâîl Hakkı Bursevî (ö. 1137/1725) bu din felsefesinin temel bazı noktalarını açıklamak maksadıyla Lübbü’l-Lübb ve Sırru’s-Sırr isimli bir risâle kaleme almıştır. Eserde bahsi geçen din felsefesinin dayandığı ontolojik ve epistemolojik zemin gösterilmeye çalışılarak ârifin din tasavvuru açıklanmıştır. Bu makalede Bursevî’nin bu risâlesi çerçevesinde ele alınan inanç biçimi olan heyûlânî inanç ele alınacaktır.
  • Öğe
    İmâm Şâfiî’yi Ehl-i Hadis Ekolü İçinde Değerlendirmek Mümkün müdür? (***)
    (Theosophia Dergisi, 2020-12) Koçinkağ, Mansur
    İmâm Şâfiî’nin ehl-i hadisten olduğuna veya ehl-i hadisin kurucu imâmı kabul edildiğine dair modern bazı iddialar söz konusudur. Bu tür iddialar, büyük oranda Şâfiî’nin hadis ve sünnete yönelik teorik ifadelerine veya daha sonraki kaynaklarda yer alan tarihî bazı rivâyetlere dayanır. Hâlbuki bu konuda sağlıklı bir sonuca ulaşmak için hicrî üçüncü asırda kaleme alınan hadis ve tarih kitaplarını incelemek gerekir. Biz de bu çalışmada hicrî üçüncü asırda yaşayan ehl-i hadisin eserlerini incelemek suretiyle onun konumunu tespit etmeye çalıştık. Ulaştığımız neticeye göre ehl-i hadis, tarih kitaplarında Şâfiî’nin biyografisine yeterince temas etmemiş, hadis kaynaklarında ondan pek hadis rivayet etmemiş ve ismine dahi nadiren temas etmiştir. Dolayısıyla Şâfiî’nin ehl-i hadisin kurucularından olduğu iddiası bir yana, Şâfiî'nin bu ekole mensup olduğu dahi söylenemez.