Uluslararası Klinik Araştırmalar Dergisi (2013 - 2014)
Bu koleksiyon için kalıcı URI
Güncel Gönderiler
Öğe Cross-fused ektopik böbrekte radikal nefrektomi ve sonrası gelişen dev batın içi ürinom: Olgu sunumu(Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, 2014-12) Sarıkaya, Selçuk; Şenocak, Çağrı; Atabey, Ersin; Bozkurt, Ömer Faruk; Özyuvalı, Ekrem; Oğuz, Ural; Ünsal, Ali49 yaşında erkek hasta dış merkezde, mevcut akciğer malign epitelyal tümöre yönelik yapılan tetkiklerinde, sağ böbrekte cross-fused ektopi ve sağ renal kitle saptanması üzerine tarafımıza yönlendirildi. Ultrasonografisinde(USG); sağ böbrekte cross-fused ektopi ve alt lobdan kaynaklanan 55*40*83 mm boyutlu heterojen kitle lezyon saptandı. Manyetik rezonans görüntüleme(MRI)’de; sağ böbrek cross ektopik batın sol kısmında izlendi ayrıca ektopik böbrek alt polünden, batın sol alt yarısına ve pelvik bölgeye uzanan 94*61 mm T1A sekanslarda hipointens, T2A sekanslarda heterojen kontrastlanan kitle lezyon izlendi. Hastaya radikal nefrektomi operasyonu uygulandı. Postoperatif 1. ayda batın sol kısmında hassasiyet ve şişlik nedeniyle tarafımıza başvuran hastanın Bilgisayarlı tomografide(BT); yaklaşık 10 cm çaplı ürinom saptanması üzerine hastanın ürinom alanına perkütan dren yerleştirildi. Takiplerinde drenden gelen sıvının azaldığı ve 20 gün sonrasında kesildiğinin izlenmesi üzerine dreni alınarak taburcu edildi.Öğe İntrakoroner yoğun trombüsü olan akut ST yükselmesiz miyokard İnfarktüsü geçiren genç olguda, invaziv girişime alternatif olarak başarılı tirofiban uygulaması(Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, 2014) Bekler, Adem; Barutçu, Ahmet; Temiz, Ahmet; Altun, Burak; Gazi, Emine; Güngör, ÖmerTipik göğüs ağrısı şikayetiyle başvuran 32 yaşındaki erkek hasta, kardiak enzimlerin yüksek olması üzerine ST elavasyonu olmayan miyokard infarktüsü tanısıyla koroner yoğun bakım ünitesine yatırıldı. Yapılan koroner anjiografide LAD'de yoğun trombüslü lezyon saptandı. Hastanın ağrısının ve EKG'de dinamik değişiklik olmaması üzerine invaziv girişim düşünülmedi. Asetilsalisilik asit, klopidogrel, heparin ve tirofiban içeren yoğun antiagregan tedaviye başlandı. 48 saat sonra yapılan kontrol anjiografide LAD'deki trombüsün tamamen eridiği izlendi.Öğe Bilateral quadriceps tendon rupture in a end-stage renal disease patient: case report(Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, 2014) Kaymaz, Burak; Gölge, Umut Hatay; Göksel, Ferdi; Kömürcü, Erkam; Mermerkaya, Musa Uğur; Eroğlu, MehmetSimultaneous bilateral quadriceps tendon rupture is a very rare injury. Occurrence after minor trauma is predominantly associated with certain medical problems including chronic diseases and long-term use of certain drugs.We report the case of a 56-year-old patient with end stage renal disease who sustained a simultaneous bilateral quadriceps tendon rupture following minor trauma and succesful surgical treatment.Öğe Dermatomyositis complicated case with muscular hematoma(Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, 2014) Aylanç, Nilüfer; Reşorlu, Mustafa; Adam, Gürhan; Karatağ, Ozan; Uysal, Fatma; Öğretmen, ZerrinA 62 years old woman diagnosed with dermatomyositis went to MRI examination because of her left hip pain and on her imaging findings the high signal intensities on iliopsoas, proximal thigh muscles and some pelvic muscles we determined, in addition there was no any contrast enhancement. However, there are haemorrhages on her left psoas muscle. We evaluated these findings as haemorrhagic myositis, which is the rare situation seen during follow up such these patients.Öğe Spinal travmanın eşlik ettiği Wolff-Parkinson-White Sendrom’lu hastanın anestezi yönetimi(Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, 2014) Saraçoğlu, Kemal Tolga; Baygın, Ömer; Soral, MerveWolff-Parkinson-White sendromu nadir görülen, patolojik aksesuar yolak olan Kent demetinden kaynaklanan iletinin ventriküle ulaştığı preeksitasyon sendromudur. Çoğu preeksitasyon sendromlu hastalar olumsuz bir klinik sunuma sahip olmasalar da hafif ve orta derecede göğüs ağrısından ciddi kardiyopulmoner rahatsızlıklara kadar değişen hatta ani kardiyak ölümle sonuçlanan bulgulara sahip olabilirler. Anestezik ilaçlar ve anestezi uygulama yöntemleri atriyoventriküler (AV) nodun iletiminde değişikliklere neden olarak taşiaritmi riskinde artışa neden olabilir. Wolff-Parkinson-White sendromlu hastaların anestezi yönetimleriyle ilgili olarak literatürde olgu sunumları yer almasına rağmen genel anestezi verilen hastalarda sugammadeks kullanımıyla ilgili bir olgu sunumu literatürde yer almamaktadır. Wolff-Parkinson-White tanısı almış, elektrokardiyografisinde delta dalgası ve kısa PR intervali bulunan, 28 yaşında, 75 kg erkek hasta 3 yıl önce geçirdiği araç içi trafik kazası sonrası spinal travmaya bağlı gelişen bilateral bacaklarda spastisite nedeniyle baklofen pompası takılması amacıyla ameliyathaneye kabul edildi. Sorunsuz bir cerrahi sonrasında hastaya nöromüsküler bloker olarak verdiğimiz rokuronyumun etkisinin geri döndürülmesinde bu hastalar için fatal aritmi potansiyeli bulunan neostigmin ve atropin kombinasyonu yerine sugammadeks verildi. Anestezi yönetiminin başarılı olduğu bu hasta komplikasyon gelişmeden servise devredildi. Genel anestezi altında cerrahi uygulanacak olan Wolff-Parkinson-White sendromlu hastaların anestezi yönetiminde sugamadeks kullanımının daha güvenli olacağı kanısına varılmıştır.Öğe Sakrokoksigeal anatominin pilonidal sinus etiyolojisindeki yeri(Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, 2014) Börekci, Hasan; Börekci, Elif; Serin, Halil ibrahim; Özdemir, Zeynep Tuğba; Sipahi, Mesut; Akyüz, Yurdanur; Erkoç, Mustafa Fatih; Banlı, Oktay; Ercan, UğurPilonidal sinüs hastalığı, etiyopatogenezinde pek çok faktörün suçlandığı kronik bir hastalıktır. Çalışmamızın amacı sakrokoksigel bölge ile ilgili farklı lokal faktörlerin etiyolojide rol oynayıp oynamadığını araştırmak ve bu hastalığın etiyolojisinin aydınlatılmasına yardımcı olmaktır. Pilonidal sinus hastalığı olan ve farklı sebeplerle çekilmiş altabdomen BT si bulunan 44 hasta ve pilonidal hastalığı olmayıp farklı sebeplerle alt abdomen BT çekilen 118 [E:57, K:61 ] hasta çalışmaya dahil edilmiştir. Her iki grupta çekilmiş olan alt abdomen BT ler incelenmiş, koksiks uzunluğu ve sakrokoksigeal açı ile hastalık varlığı arasında ilişki olup olmadığı araştırılmıştır. Sonuçlar istatistiksel olarak karşılaştırılmıştır. Her iki grup istatistiksel olarak karşılaştırılmış ve koksiks uzunluğu [p: 0,889 ] ve sakrokoksigeal açı [p:0,574 ] ile hastalık varlığı arasında anlamlı bir ilişki olmadığı saptanmıştır. Sakrokoksigeal açı ve koksiks uzunluğu ile pilonidal sinus hastalığı gelişimi arasında bir ilişki olmadığı saptanmıştır.Öğe Yoğun bakım ünitesinde kullanılan iki farklı paranteral beslenme ürününün inflamatuar yanıta etkileri(Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, 2014) Toman, Hüseyin; Şahin, Hasan; Aydın, Halide; Şimşek, Tuncer; Altınışık, Uğur; Altınışık, Hatice Betül; Doğu, TuğbaYoğun bakım ünitesinde (YBÜ) beslenme desteği en önemli rutin tedavi uygulamalarından biridir. YBÜ’de paranteral beslenme ürünleri hastaların bütün ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde hazırlanmaktadır. Yetersiz beslenme yetersiz inflamatuar yanıta neden olabilir. Bu çalışmada, YBÜ ünitesine farklı nedenler ile yatırılan ve paranteral olarak soya yağı bazlı ve zeytinyağı bazlı emülsiyonlar ile beslenen hastaların inflamatuar yanıtının Nötrofil lenfosti oranı (NLO), C-Reaktif Protein (CRP), ESR (eritrosit sedimantasyon hızı), APACHE II skoru ve SOFA skorlarının karşılaştırılması amaçlanmıştır. Çalışmamızda Glaskow Koma Skalası 3-4 olan 25 hastanın, yoğun bakım takip dosyaları ve labartuvar sonuçları retospektif olarak incelendi. Soya yağı bazlı emülsiyon (GrupS, n:14) ve zeytinyağı bazlı lipid emülsiyon (GrupZ, n:14) kullanan hastaların YBÜ’e yatırıldığı gün, 1., 3., 5. ve 10. günlerdeki NLO, CRP, ESR, APACHE II ve SOFA skorlar kaydedildi. GrupS’nin NLO‘ı 5. günde Grup Z’ye göre yüksek bulundu (p< 0,05). Grup Z’nin CRP değeri geliş günü Grup S’ye göre yüksek bulundu (p<0,05). Grup S’nin grup içi karşılaştırmasında geliş günündeki CRP değerlerinin diğer günlere göre düşük bulundu (p< 0,05). Grup S’nin ESR‘ı 5. günde Grup Z’ye göre yüksek olduğu görüldü (p< 0,05). Grup S’nin 1., 3., 5. ve 10. günlerindeki APACHE II Skorları Grup Z’ye göre yüksek bulundu (p< 0,05).Zeytinyağı bazlı lipid içeren beslenme solusyonları, soya bazlı lipid içeren beslenme solusyonlarına göre immün yanıt bakımından daha avantajlı görülsede, çalışmamızda hasta sayısının az olması ve hesaba katılmayan biçok faktörün bu durumu etkileyebileceği dikkate alınarak, hasta guplarının dikkatli seçildiği ve daha büyük vaka gruplarıyla prospektif çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır.Öğe Varikoselli hastalarda venöz yetmezlik insidansı(Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, 2014) Özkan, Muhammed Turgut Alper; Seyhan, Serkan; Özdemir, SeyitVarikosel, spermatik korddaki pampiniform pleksusun dilatasyonuyla ortaya çıkan ciddi bir hastalıktır. Ven duvarlarında inflamasyon, kapakçıkların yokluğu veya görevini uygun biçimde yapamaması ve proksimal venlerde basınç artışı suçlanan başlıca unsurlardır. Kronik venöz yetmezlik de, venöz sistemin başka bir hastalığıdır. Varikoseldeki gibi, variköz venlerin etiyolojisinde de kapakçıkların düzgün çalışmaması, ven duvarlarının inflamasyonu gösterilmektedir. Biz kalp damar cerrahisine polikliniğe gelen geçmişinde varikosel tanısı olan 18 hastayı safenofemoral yetmezlik açısından değerlendirdik. Kasım 2012 ile Temmuz 2013 tarihleri arasında Mardin Devlet Hastanesi ve Kızıltepe Devlet Hastanesi Kalp Damar Cerrahisi Polikliniğine başvuran hastalar retrospektif olarak incelendi. Geçmişinde varikosel tanısı konmuş ve kalp damar cerrahisi polikliniği tarafından alt ekstremite venöz doppler ultrasonografi tetkiği istenen 18 hasta, klinik ve demografik özellikleri kaydedilerek, çalışmaya dahil edildi. Hastaların 12’sinde sol tarafta, 5’inde sağ tarafta ve 1’inde bilateral varikosel vardı. Çalışılan grup arasında 10 hastada (% 55,5) safenofemoral bileşkede tek taraflı ya da iki taraflı kapak yetersizliği görüldü. Toplamda 36 safeno femoral bileşkenin 13'inde (% 36,1) yetmezlik görüldü. Çalışmamızda, varikoselli hastalarda yüksek oranda safenofemoral bileşke yetmezliği görüldü ki, her iki durumda kapak yetmezliğinde meydana gelmektedir. Diğer birçok yayınlanmış veri çalışmamızdaki varikosel ve safenofemoral bileşke yetmezliği arasındaki ilişkiyi doğruladı. Bütün bu bulgular, varikosel ve venöz yetmezliğin lokal hastalıktan ziyade sistemik bir venöz yetmezliğin belirtisi olabileceğini göstermektedir.Öğe Günübirlik plenoidal sinus cerrahisinde saddle blok anestezisinde 0.25 mcg fentanil ilave edilmiş düşük doz bupivakain ile levobupivakain karşılaştırılması(Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, 2014) Candan, Mehmet Akif; Çalım, Muhittin; Özensoy, Aynur; Geyik, Doğu; Onk, Didem; Akarsu Ayazoğlu, TülinÇalışmada, saddle blok anestezisi altında, elektif plenoidal sinus cerrahisi uygulanan hastalarda, 25 µg fentanil ilave edilmiş 3 mg hiperbarik bupivakain (B) ile 3 mg hiperbarik levobupivakain ‘in (L) etkilerini karşılaştırmayı amaçladık. Yaşları 18-60 yıl arası ASA 1-2, 60 hasta çalışmaya dahil edildi. Hastalar rastgele iki gruba ayrıldı. Grup B (n=30) 3mg B+25µg F ve Grup L (n=30) 3 mg L+25µg L olarak belirlendi. Hastalara standart monitörizasyon uygulandı ve hemodinamik parametreler kaydedildi. Spinal anestezi, 26 G atravmatik spinal iğne ile L4-L5 aralıktan spinal mesafeye girilerek uygulandı. Bu çalışmada hemodinamik etkiler, blok seviyeleri, ambulasyon zamanı, hastaneden çıkma zamanı ve hasta/cerrah mennuniyetini değerlendirdik. Demografik veriler, hemodinamik değişiklikler gruplar arasında farklı değildi (p>0.05). Grup L ‘nin L1-L2 dermatomuna çıkma zamanı Grup B’ye göre istatistiksel olarak anlamlı derecede daha uzun bulundu. (p<0.05 )Duyusal bloğun sonlanma zamanı Grup B’de Grup L’ye göre istatistiksel olarak anlamlı derecede daha uzun bulundu. (p<0.05).Ambulasyon zamanı ve taburculuk süresi Grup L’de Grup B’ye göre istatistiksel olarak anlamlı olarak uzun bulundu (p<0.05). Gruplar arasında yan etkiler arasında fark bulunmadı (p>0.05). Düşük doz bupivakain ve levobupivakain karşılaştırılmasında, kısa süreli anorektal cerrahide yan etki olmaksızın her iki ilacında güvenle uygulanabileceği kanısına vardık.Öğe Birinci basamak yoğun bakım ünitesi hastalarının prognozu(Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, 2014) Dogu, Tuğba; Karakuzu, Ziyaattin; Delibaş Katı, Şennur; Özden Omaygenç, Derya; Katı, Yusuf Alper; Çoban, Gürkan; Toman, HüseyinBu çalışmada Çanakkale Çan Devlet Hastanesi Yoğun Bakım Ünitesi (YBÜ)’nde takip edilen hastaların demografik özelliklerinin, yatış tanılarının, invaziv ve noninvaziv girişim sıklığının, yoğun bakımda kalış sürelerinin, sevk oranlarının, yoğun bakım mortalitesi ve mortaliteyi etkileyen faktörlerin belirlenmesi hedeflenmiştir. Nisan 2012 ve Nisan 2013 tarihleri arasında birinci basamak YBÜ’nde takip edilen ve verilerine tam ulaşılan 111 hastanın dosyaları taranarak retrospektif bir çalışma yapıldı. Hastaların ortalama yaşı 61,55±23,7 idi. En sık eşlik eden hastalıklar hipertansiyon (%23,4), kronik obstruktif akciğer hastalığı (KOAH)(%18,9) iken en sık yatış tanıları ilaç intoksikasyonu (%22,5), serebrovasküler olay (%15,3), KOAH alevlenmesiydi (%15,3). Hastalar yoğun bakıma çoğunlukla acil servisten transfer edilmişti (88,3). Noninvaziv mekanik ventilasyon (NİMV) en sık uygulanan girişimdi (%20,7), arteriyel kateterizasyon ikinci sıklıkla uygulanan girişimdi (%12,6). Entübe edilip sevk edilen hastaların oranı %5,4 iken YBÜ’nden toplam sevk oranı %17,1 idi. Ortalama YBÜ kalış süresi 5,54 gündü. Genel YBÜ mortalitesi %10,3 idi. YBÜ’nde mortalite oranını artışı ile birlikte olan nedenler ileri yaş, hemodinamik instabilite, onkolojik hastalıklar ve arteriyel kateterizasyon uygulaması idi. Solunum yetmezliği ve sadece monitorizasyon gereksinimi ile YBÜ’ne yatışı olan hastalarda mortalite oranı düşük bulunmuştur. Sonuç olarak birinci basamak YBÜ’lerinin yeterli ekipman ve destek ile üçüncü basamak YBÜ’lerinin iş yükünü ve sorumluluğunu paylaşabilecek iyi alternatifler olduğunu düşünüyoruz.Öğe Total diz artroplastisi sonrası komplikasyon oranlarını etkileyen sosyal ve demografik faktörler(Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, 2014) Çankaya, Deniz; Yılmaz, Serdar; Deveci, Alper; Daşar, Uygar; Ceyhan, Erman; Kılıç, EnverSosyal ve demografik faktörler değişik tıbbi durumlarda sonucu etkileyen önemli faktörlerdir, ancak total diz artroplastisi sonrası bu faktörlerin sonuçlara etkisi çok da iyi anlaşılamamıştır. Bu çalışmada; sosyal, demografik ve klinik faktörlerin, total diz artroplastisi (TDA) sonrası komplikasyon oranlarına etkisini değerlendirdik. Bu çok merkezli retrospektif çalışmaya; TDA uygulanan 45 erkek ve 119 kadın olmak üzere 164 hasta (ortalama yaş; 68, aralık:52-81 yaşlar) alındı. Hastaların vücut kitle indeksi (VKİ), anestezi tipi, ASA skoru, ameliyat süreleri ve ağrının kronikleşme süresi klinik kayıtlarından tarandı. Medeni durum, eğitim düzeyi, sigara alışkanlığı ve hastaların yaşam şekli gibi veriler kaydedildi. İlk iki yıllık takip sürecinde görülen komplikasyonlar da kaydedildi. Cinsiyet, VKİ, anestezi tipi ve operasyon süresi yönünden ameliyat sonrası komplikasyon görülen ve görülmeyen hastalar arasında fark yoktu (p>0.05). Komplikasyon görülen hastalarda, daha yüksek yas (p=0.041), ASA skoru (p=0.028) ve kronik ağrı süresi (p=0.000) vardı. Yalnız ya da huzurevinde yaşayan, evli olmayan, düşük eğitim düzeyi olan ve sigara kullanan hastalarda daha yüksek komplikasyon oranları (p <0.05) vardı. TDA ameliyatı sonrası komplikasyon oranı, hastanın cinsiyetiyle ve VKİ’yle, anestezi tipiyle ve operasyon süresi ile ilişkili değildir. Yüksek yas, ASA skoru ve kronik ağrı süresi, düşük eğitim düzeyi, tek başına veya huzurevinde yaşıyor olmak ve sigara kullanımı TDA sonrası komplikasyon oranlarını arttırmaktadır. Hastalar; TDA sonrası komplikasyonları önleme stratejisinin bir parçası olarak, bu risk faktörleri hakkında bilgilendirilmelidir.Öğe Ruptured Saccular Aneurysms of the Distal Anterior Cerebral Artery : Two Case Reports And A Review of the Literature(Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, 2014) Güven, Mustafa; Aras, Adem Bozkurt; Akman, Tarık; Karavelioğlu, Ergün; Özbey, Şafak; Coşar, MuratDistal anterior cerebral artery aneurysms are uncommon and constitute only 1.5-9% of all intracranial aneurysms. They are frequently observed at pericallosal and callosomarginal artery bifurcations. The surgical treatment of distal anterior cerebral artery aneurysms is difficult due to the narrow surgical field of vision and because these aneurysms are accompanied by interhemispheric adhesions and other aneurysms. Two patients with saccular pericallosal and callosomarginal junction aneurysm were surgically treated in our clinic between April 2012 and October 2013. The clinical and radiological findings in both cases were analyzed. A unilateral interhemispheric approach was employed during surgery. Case reports and series reported in the English medical literature were reviewed. The incidence of distal anterior cerebral artery aneurysm at our hospital was 8% of all aneurysms that were subject to surgery (25 cases). Both patients were women. An interhemispheric approach was used in both cases. One patient was discharged with a full recovery and the other patient expired. We propose that the surgical difficulties encountered in distal anterior cerebral artery aneurysm and related complications will be minimized with use of the latest advances in microsurgical techniques and adequate knowledge of the surgical anatomy.Öğe A Rare Case : Pulmonary Supravalvular Stenosis with Moderate Gradient Causing An Atrial Right To Left Shunt Across The Reopened Foramen Ovale(Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, 2014) Özcan, Sedat; Civan, Murat; Kurt, Tolga; Ekinci, Selim; Ziyrek, Murat; Toman, HüseyinSupravalvular pulmonary stenosis accompanied by a right to left shunt is a rare echocardiographic finding in adults. We report a case of adult pulmonary supravalvular membranous stenosis with an atrial right to left shunt developed through a previously undiagnosed patent foramen ovale (PFO).The peculiarity of our case is that foramen ovale reopened despite a moderate pulmonary trunk gradient over a six year period. This congenital anomaly is a condition to be differentiated from valvular pulmonary stenosis as both anomalies require different modalities of treatment (surgical or catheter).Öğe Schwannoma of the Eyelid(Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, 2014) Oltulu, Pembe; Oltulu, Refik; Turan, Meydan; Erşan, İsmailA 21-year-old woman presented with a nodular lesion, a history of a slowly enlarging, mobile, 2 cm in diameter, located on the nasal region of the left upper eyelid. She reported no history of previous trauma or surgery regarding the lesion. The mass had a cystic appearance and cartilaginous consistence; it was non-adherent to the skin or the underlying tissue. Excisional biopsy revealed the characteristic histopathologic features of a schwannoma. After complete excision, there was no recurrence at 6-months follow-up. Schwannomas usually occur as single and slow growing benign tumours thought to arise from the Schwann cells of the peripheral nerves involving commonly the cranial and spinal nerve roots. These tumors preferentially involve sympathetic, cervical, and vagus nerves. Other sites involved include the face, neck, scalp and hands. Examples have been recorded in the tongue, palate and larynx. In most cases, while Schwannoma is sporadically manifested as a single benign neoplasm, the presence of multiple Schwannoma is usually indicative of neurofibromatosis–2. Our patient had isolated eyelid Schwannoma with no family history or clinical findings of neurofibromatosis–1 or neurofibromatosis–2. Schwannomas of ophthalmic interest are rare, although they have been reported in relation to the orbit (1% of orbital tumors), and infrequently to the uveal tract, conjunctiva and sclera. Eyelid schwannoma is a rare, slowly growing, benign neoplasm. This case suggest that schwannomas should be included in the differential diagnosis of any eyelid mass lesions and that accurate histological diagnosis and complete excision should be carried out in these cases.Öğe Akciğerin Primer Skuamöz Hücreli Kanserlerinin Kranial Metastazları(Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, 2014) Akman, Tarık; Aras, Adem Bozkurt; Güven, Mustafa; Alkan, Bahadır; Kiraz, Hasan Ali; Koşar, Şule; Şen, Halil Murat; Coşar, MuratDünya sağlık örgütü (WHO) kaynaklarına göre kanser, kardiyovasküler hastalıklar sonrası en sık görülen ölüm sebebidir. Tüm kanser olguları açısından karşılaştırıldığında akciğer kanseri görülme sıklığı açısından kadın cinsiyette ikinci sırada, erkek cinsiyette ise birinci sıradadır. Akciğer kanseri olgularının en sık görülen tipi ise küçük (yulaf) hücreli tipi olup, primeri açısından kıyaslandığında ise skuamöz hücreli varyantıdır. Akciğer kanserli olguların ilk konulan tanısında % 10-14’ unda kranial metastaz görülmektedir. Metastatik lezyon açısından mukayese edildiğinde ise kranial metastazlar küçük hücreli akciğer kanserinde görülmektedir. İntrakranial olgularda % 80-85’ inde supratentoriyel yerleşim görülür. Skuamöz hücreli akciğer kanserinin davranış şekli olarak sıklıkla geç metastaz yapmakta, kranial metastazı ise nadir olarak görülmektedir.İntrakranial metastaza bağlı görülebilecek semptomlar zamam zaman bulantı, kusmanın eşlik edebildiği başağrısı, fokal nörolojik bulgular, epileptik nöbetler, serebellar fonksiyonlarda bozulmadır. Beyin metastazlarının geliştiği akciğer tümörleri radyolojik olarak genellikle apikal ve periferik yerleşimlidir.Akciğer kanserinin kranial metastazı sıklıkla semptomatik hastalarda, daha nadir olarak da tarama amaçlı çekilen diagnostik kranial BT, beyin MRG, PET- CT sırasında saptanmaktadır.Bu çalışmamızda akciğer skuamöz hücreli kanser tanısıyla takip edilen hastada, intrakranial frontal ve temporal bölgede multipl metastazları saptanan olgunun literatür eşliğinde tartışılması amaçlanmıştır.Öğe Süperior Mezenterik Arterin Ateşli Silah Yaralanmasının Ardından Safen Ven Grefti İle İnterpozisyonu(Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, 2014) Özcan, Sedat; Kurt, Tolga; Odabaşı, Dolunay; Gür, Ali Kemal; Toman, HüseyinÖzet Ateşli silah yaralanması nedeniyle değerlendirilen bir hasta multipl batın içi organ yaralanmasına ek olarak Arteria Mezenterica Superior yaralanması tespit edilmesi üzerine hasta serum seti ile geçici by-pass uygulanmış ve 100 km uzaklıktaki kardiyovasküler cerrahi merkezi olan bir kuruma sevk edilmiştir. Burada uygulanan safen ven grefti interpozisyonu ile ince bağırsakların canlılığı korunmuştur. Genel cerrahi pratiğinde çok önemli bir morbidite ve mortalitenin sebebinin multi disipliner bir yaklaşımla tedavi edilmesini sunmayı amaçladık.Öğe Geriatrik Hastalarda Düşük Doz Hiperbarik Bupivakain ile Unilateral Anestezi Deneyimlerimiz(Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, 2014) Öztürk, Ömür; Bilge, Ali; Erbaş, MesutÇalışmamızda kliniğimizde femur kırığı nedeniyle opere olan geriartrik hastalarda düşük doz hiperbarik bupivakain ile yapılan unilateral spinal anestezi uygulamasının anestezi kalitesini ve hemodinamik etkilerini retrospektif olarak incelenmeyi amaçladık. Bu çalışmada Kahta Devlet Hastanesinde 2013 yılında spinal anestezi uygulanarak femur kırığı sebebiyle opere olmuş yaşlı ve ileri yaşlı 40 hasta retrospektif olarak incelendi. Hastaların blok özellikleri ve yan etkiler kaydedildi. Kayıtları incelenen 40 hastanın yaş ortalaması 81.6’dır. Duyusal blok başlama süresi 4.19 dk. olarak bulunmuştur. Motor blok oluşma süresi 6.36 dk. olarak saptanmıştır. Femur kırığı nedeniyle opere olan geriatrik hasta grubumuzda unilateral ve düşük doz spinal anestezi uygulamasının minimal düzeyde yan etkiye ilaveten etkin bir anestezi sağladığını düşünüyoruz.Öğe Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu Olan Çocuklarda Metilfenidat’ın Elektrokardiyografik Etkilerinin Değerlendirilmesi(Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, 2014) Karadeniz, Cem; Özyürek, Arif Ruhi; Ülger, Zülal; Levent, Ertürk; Özdemir, Rahmi; Bulut, Mustafa OrhanSon yıllarda çocuklarda ve gençlerde Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB) giderek artmaktadır. Metilfenidat (MPH), DEHB tedavisinde çocuk ve ergen psikiyatristler tarafından en çok tercih edilen ilaçtır. Ancak, hipertansiyon ve ritm bozuklukları gibi yan etkiler görülebilmektedir. Bu çalışmada; MPH tedavisi sonrası elektrokardiyografik değişiklikleri araştırmayı amaçladık. DEHB tanısı konulup MPH kullanımı öncesi kardiyak değerlendirme amacıyla çocuk kardiyoloji polikliniğine yönlendirilen 41 hastanın anamnezleri, fizik muayene bulguları ve 12 derivasyonlu elektrokardiyografileri dosyalarından retrospektif olarak tarandı. Kontrol grubu ise üfürüm nedeniyle değerlendirilen ve ekokardiyografileri normal saptanarak masum üfürüm tanısı alan 30 hastadan oluşturuldu. Hasta ve kontrol gruplarının yaş ortalamaları sırasıyla 11.6±3.0 ve 11.1±3.2 yaş bulundu. Hastaların ilaç öncesi ve ilaç kullanımı sonrası çekilen EKG’leri karşılaştırıldığında yalnızca QRS aks derecesinin ilaç kullanımı ile anlamlı olarak arttığı saptandı (54.3±28.1 ve 59.2±27.8, p=0.012). İlaç kullanımı sonrası hasta grubunun T aks derecesinin kontrol grubuna göre anlamlı olarak arttığı izlendi (44.9±15.8 ve 34.0±16.1, p=0.006). Diğer parametrelerde gruplar arasında anlamlı fark saptanmadı. Pekçok çalışmada metilfenidatın güvenli olduğu belirtilmiş olsa da özellikle aile öyküsü olanlar ilaç kullanımı öncesi ve ilaç kullanımı sırasında klinik bulgular ve EKG ile değerlendirilmeli ve patoloji saptandığında pediatrik kardiyolog ile konsulte edilmelidir.Öğe Preoperatif Bakılan Kan Parametreleri Koroner Baypas Komplikasyonları Hakkında Fikir Verir Mi?(Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, 2014) Yener, Ali Ümit; Bekler, Adem; Özkan, Muhammed Turgut Alper; Kiraz, Hasan Ali; Toman, Hüseyin; Çiçek, Ömer Faruk; Çokkalender, Ömer; Saçar, Mustafa; Özcan, Sedat; Kurt, TolgaKoroner baypas cerrahisi öncesi kan testlerinde bakılan parametrelerle koroner baypas cerrahisi sonrası görülen morbidite ve mortalite arasındaki ilişkinin ortaya konulması amaçlandı.Şubat 2013 - Haziran 2014 tarihleri arasında koroner baypas ameliyatı yapılan 181 hasta çalışmaya dahil edildi. Hastalardan alınan preoperatif hemogram değerleri ve komplikasyonlar kaydedildi.Hastalar NLR?2.78 ( n=60) ve NLR<2.78 (n=121) olacak şekilde iki gruba ayrıldı (NLR: Nötrofil lenfosit oranı). Univariate ve multivariate lojistik regresyon analizi ile mortalite belirteçleri bulundu.Tek yönlü regresyon analizi yapıldığında kros klemp süresi, PLR (platelet lenfosit oranı) ve NLR mortalite ile ilişkili bulunmuştur. Yapılan çoklu lojistik regresyon analizine göre kros klemp süresi, PLR ve NLR koroner baypas sonrası hastane içi mortalite için bağımsız birer risk faktörü olarak tanımlanmışlardır. Ameliyat öncesi bakılan basit kan testleri yardımıyla, koroner baypas cerrahisi geçirecek hastaların ameliyat sonrası morbiditeleri ve oluşabilecek mortaliteleri hakkında fikir sahibi olunabileceği çalışmamızla ortaya konulmuştur.Öğe Miyofasyal Ağrı Sendromu ve Sağlık Anksiyetesi Arasındaki İlişki(Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, 2015) Gül, Ali İrfan; Uçar, Mehmet; Sarp, Ümit; Karaaslan, Özgül; Börekçi, ElifMiyofasyal ağrı sendromu (MAS) kronik kas ağrısına neden olan, lokal ya da bölgesel ağrı sendromudur. Kronik ağrının ortaya çıkmasında psikososyal birçok etmenin rolü olabilir. Bu çalışmanın amacı MAS ile sağlık anksiyetesi arasındaki ilişkiyi araştırmaktır.Çalışmaya 70 MAS olan hasta 70 kontrol grubu alındı. Bu gruplara sağlık anksiyetesi envanteri kısa form (SAE-KF) verildi. Elde edilen sonuçlar istatistiksel olarak karşılaştırıldı.SAE-KF puanları MAS olan hasta grubunda (17.76±7.01) kontrol grubuna göre (8.28±3.48) oldukça yüksek bulundu.Bu bulgulara göre sağlık anksiyetesi MAS olan hastalarda sağlıklı kontrol grubuna göre oldukça yüksek bulunmuştur. Bundan dolayı bu hastalara ekipte psikiyatri uzmanının da bulunduğu multidisipliner bir yaklaşım daha uygundur.
- «
- 1 (current)
- 2
- 3
- »