Sanat Tarihi Bölümü Koleksiyonu
Bu koleksiyon için kalıcı URI
Güncel Gönderiler
Öğe ÇANAKKALE’DE BAZI GEÇ OSMANLI DÖNEMİ HAMAMLARI(2014) Uysal, Ali OsmanKarasi ve Osmanlı beyleri eliyle 14. yüzyılın ilk yarısında fethedilen Çanakkale yöresinde iskan ve imar faaliyetleri daha ziyade I. Murad devrinden itibaren kendini gösterir. Yaklaşık olarak 14. yüzyılın ortalarından itibaren yöredeki belli başlı kentlerin yanında kasaba ve köy ölçeğindeki yerleşimlerin de dinî ve sosyla amaçlı binalarla şenlendirilmeye başlandığı tespit edilmektedir. Bu tür faaliyetler değişen boyut ve oranlarda olmak üzere 20. yüzyıl başlarına kadar sürdürülmüştür. Söz konusu imar çabaları içinde, bazen bir külliyenin parçası olarak, ama daha ziyade vakıf akarı olarak hamam türü yapılarla da karşılaşılmaktadır. Çanakkale yöresinde Erken ve Klasik Osmanlı dönemine tarihlenen hamamlar muhtelif araştırma ve yayınlara konu olmuşlardır. Fakat bu yörede 18. ve 19. yüzyıllara ya da 20. yüzyıl başlarına ait görünen hamamlar henüz tanıtılmamış veya bilimsel açıdan tartışılmamışlardır. Söz konusu yapılar Bayramiç Çarşı Hamamı, Karacaören Köyü Hamamı, Özbek Köyü konak hamamı, Lapseki konak hamamı, Adatepe köyünde konak hamamı, Bozcaada Alaybey Hamamı, Büyük Anafarta köyü hamamı, Küçük Anafarta köyü hamamı, Yenişehir (Burhan) Hamamı, Cevizli Köyü Hamamı, Ezine Geyikli Hamamı, Kösedere beldesindeki hamam, Çanakkale Asker hamamı olarak sıralanabilirler. Biz bu yazımızda; 2005 yılından beri sürdürdüğümüz yüzey araştırmaları sırasında tespit ettiğimiz geç devir hamamlarından bazılarını bilim ortamına sunmayı amaçladık. Bu bağlamda Bayramiç Hamamı, Geyikli Hamamı, Burhanlı Hamamı, Büyük Anafarta Hamamı, Karacaören Hamamı ve Özbek Köyü'ndeki küçük hamam kalıntısı mimari ve üslûp özellikleri açılarından ele alınarak Osmanlı hamamları arasındaki yerleri belirlenmeye çalışılmıştır. Söz konusu yapılardan Özbek Köyü Hamamı, küçük boyutu ve ancak bir aileye hizmet edebilecek birimleri ile özel hamam tipindedir. Yapı, bir konak ya da çiftlik evine ait olabilir. Buna karşılık Bayramiç Çarşı Hamamı ve Geyikli Hamamı kare planlı sıcaklık bölümü bakımından ayrı bir tip ortaya koyarlar. Burhanlı Büyük Anafarta ve Karacaören hamamları ise aynı tipin küçük boyutlu uygulamalarıdırlarÖğe Bolvadin’deki Selçuklu Yapıları ve Kırkgöz Köprüsü(Selçuk Üniversitesi, 2024) Uysal, Ali OsmanBolvadin ve çevresindeki en eski yerleşimler “Kayster-Pediom” ve “Polybotos”tur. Selçuklu döneminde “Molifdun” adıyla bilinen Bolvadin ise; Bizans dönemi yerleşimi olan Polybotos’un 5 km kadar doğusuna kurulmuştur. Burada, Selçuklu döneminden birkaç yapı tespit edilebilmektedir.Bunlar Bucak Mescidi, Alaca Mescit ve önündeki çeşme ile şehrin biraz dışında uzanan Kırkgöz Köprüsü’dür. Bize göre IV. Kılıç Arslan devrine ait olması gereken Bucak Mescidi’nden geriye sadece H. 660 / M.1262 tarihli kitâbesi kalmıştır. Bu kitâbe, mescidin biraz ilerisinde sokak köşesinde bulunan çeşmeye konulmuştur. Alaca Mescit’in üzerinde inşa kitâbesi yoktur. Buna karşılık Osmanlı dönemi onarımına dair H.965 /M.1558 tarihli bir kitâbe minare kaidesi üzerinde yer almaktadır. Selçuklu üslûbunda ahşap minare kapısına sahip Alaca Mescit’in, önündeki çeşmeyle birlikte H.677/M.1278 yılında inşa edildiğini düşünüyoruz. Osmanlı İmparatorluğu’nun ana yollarından birisi üzerinde yer alan Kırkgöz köprüsünün ilk olarak Roma veya Doğu Roma (Bizans) dönemlerinde yapıldığı ileri sürülür. Fakat bu görüşün dayanakları zayıftır. Çünkü Kırkgöz Köprüsü bu dönemlerin işlek yol ağı üzerinde değildir. Yapılan araştırmalarda Amorium- Polybotos arasında hiç Roma mil taşlarına rastlanılmamış olması da bunu doğrulamaktadır. Buna karşılık yapının mimarî malzemesi ve biçimsel nitelikleri özellikle Selçuklu dönemine işaret etmektedir. Üzerinde inşa kitâbesi bulunmayan köprünün Selçuklu döneminde 13. yüzyılın son çeyreğinde yaptırılmış olması kuvvetle muhtemeldir. Yapı 16. yüzyılda, Osmanlılar tarafından büyütülmüş ve zaman zaman tamir edilmiştir.Öğe An Evaluation of Anatolian Seljuk Arrowheads (Temrens)(Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, 2023) Yavaş, AlptekinThis paper presents an in-depth analysis of arrowheads (temrens) used by Anatolian Seljuks. It offers a detailed terminological, morphological, typological and metallurgical account of the arrowheads in question.Öğe Edirne Sarayı Su Yapıları(Türk Tarih Kurumu, 2021) Özer, Mustafa; Dündar, MesutThe construction of Edirne Palace was started by Sultan Murad II. It was completed and put into service in the time of Sultan Mehmed the Conqueror and was used until the end of the 19th century with the additions made in the following periods. To meet the water need of the palace, which contains about a hundred buildings, water was brought from various sources through water supply lines, and structures such as water tower, water depot, fountains and pools were built for the distribution and use of these waters; in addition to these, wells were drilled to benefit from groundwater. This large palace complex was largely destroyed during the Ottoman-Russian and Balkan wars, and most of the water structures were destroyed along with the others; only the water depot of the palace, Namazgâhlı Fountain, Palace Kitchens (Matbah-ı Âmire) Fountain, a well and a water tower have survived to the present day. In the study, it was aimed to introduce and evaluate those that are not available today but have visual information such as photographs and drawings, and the above-mentioned water structures. Among these, the water depot, dated to the 15th century, constitutes a unique monumental building with its mass and three-story structure. At the same time, Namazgâhlı Fountain, which is a public fountain, reflects the early 18th century in terms of its architectural and decorative features. Palace Kitchens Fountain is like a fountain with a water tank where water is distributed to kitchen units. The water tower located next to the Mahmudiye Barracks has the characteristic features of such buildings with its square-section body narrowing upwards. It is controversial that Terazi Pavilion and Justice Pavilion, which are claimed to be water towers at the same time, actually have such a function. The well does not differ from its counterparts with its well-curb and stone-woven wall.Öğe First evidence of crucible steel production in Medieval Anatolia, Kubadabad: A trace for possible technology exchange between Anatolia and Southern Asia(Elsevier Inc., 2022) Güder, Ümit; Çeken, Muharrem; Yavaş, Alptekin; Yalçın, Ünsal; Raabe, DierkIn this article, we present the first archaeological evidence for crucible steel production in Anatolia uncovered in recent excavations at Kubadabad, which was built as a palace by the Anatolian Seljuks in the early 13th century AD. Along with plenty of crucible sherds recovered at the site, blades made of crucible steel, production waste-iron chunks and manganese oxide pellets also revealed remarkable information about the process of production. Based on the results of the archaeometry analysis of crucibles of a unique shape with a pointed base, it was discovered that the fabric of the crucible was tempered with finely crushed charcoal, straw and quartz-containing sand. In addition, metallography and SEM analysis conducted on the metal finds demonstrated that high-quality tools were produced from manganese alloy crucible steel ingots at the site. This study evaluates most of the finds found at Kubadabad from the end of the 13th century AD, when some of the buildings were converted into workshops for decorated ceramic tiles and metal production under Ilkhanid patronage or Turkish beyliks. Using analytical results and archaeological findings, we discuss the historical connections of crucible steel production in Kubadabad, which differs from the Central Asian and Persian traditions, but shares similarities with the Southern Asian tradition.Öğe Tarikat kültüründen bir kesit: Osmanlı mimari süslemesinde karpuz ve karpuz-bıçak tasvirleri(Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi, 2021) Altıer, SemihaOsmanlı döneminde başkent ve taşradaki bazı yapıların duvar ve tavanlarında yer alan bir grup karpuz ve karpuz-bıçak tasvirleri, üslupları kadar ikonografileriyle de ilginç bir grubu oluşturur. Başkentin saray, konak, yalı ve köşklerinde ayrıca taşrada eşrafa ait bazı büyük konutların yemek odalarındaki karpuz tasvirleri başka meyvelerle birlikte natürmort şeklinde, Batılı tarzda bir üslupla ve genellikle iştah acıcı şekilde tasarlanarak resimlenmiştir. Öte yandan tarikatların yoğunlaştığı Anadolu’nun bazı taşra illerinde ve Balkanlar’da bulunan cami, türbe, tekke ve tarikat ehlinin yaşadığı konaklarda rastlanan karpuz veya karpuz dilimine saplanmış bıçak tasvirleri bu çalışmanın ana konusunu oluşturur. Genel olarak tepesi kesilerek, bir dilimi çıkarılmış karpuz ve bıçak/bıçaklar bu kompozisyonların ana resim elemanlarıdır. Bu ana kompozisyon, bazı örneklerde manzara içinde, bir masa, sehpa ya da sütun üzerinde veya bir bostanı çağrıştıran kıvrım dallar ve yapraklarla yüzeye dağılmış olarak tasvir edilmişlerdir. Bu farklı anlatım çeşitliliği sanatçıların tasarım dünyalarının zenginliğinin yanı sıra farklı bölgelerdeki tarikat anlatılarının sözel kültürdeki değişimlerini de ifade ediyor olmalıdır. Karpuz, Türk dünyasında Orta Asya’dan bu yana yeme-içme kültürünün bir parçası olmasının yanında Trakya ve Anadolu’da bilmece, ninni, mâni, rüya tabiri ve bazı inanışlara da kaynaklık etmiştir. Ayrıca karpuz, tarikat çevrelerinde birçok efsanevi anlatının da içindedir. Özellikle Bektaşi inancını benimsemiş çevrelerdeki bu anlatılar ibadet ettikleri, abdest aldıkları, ikamet ettikleri ya da defnettikleri tarikat büyüklerine ait yapıların duvarlarına işlenerek izleyicisine hatırlatılmış ve bu şekilde ölümsüzleştirilmiştir. Bu resimlerde tarikat mensubu olduğu anlaşılan sanatçılardan birkaçının adı geçer. Bu tasvirler halk sanatının mütevazı ve naif tarzıyla 18-20 yüzyıllar arasında yapılmışlardır.Öğe Bir Grup Tarikat Sancağında Sanat ve Sembolizm(Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, 2021-06-30) Ceylan Erol, Elif; Uysal, Ali OsmanTarih boyunca devletlerin, orduların, siyasi ya da dinî mahiyetteki akım ve grupların alâmetleri olarak karşımıza çıkan sancaklar, bazen bayrak ile örtüşen anlam ve işlevler de üstlenmişlerdir. Daha ziyade âskerî alanda ordu ve devlet simgesi niteliğiyle tanınan sancağın İslam sûfiliğinde tarikatlar tarafından da kullanıldığı dikkati çekmektedir. Tarikatlarda kullanılan sancaklar biçimsel açıdan diğer sancaklarla benzer olmakla birlikte ait oldukları tarikatlara dair semboller ve ibareler taşımaları bakımından farklılık göstermektedirler. Türk ve İslam toplumlarında farklı dönemlere ait sancakların biçimleri ve anlamlarına yönelik araştırma ve yayınlarda tarikat sancaklarına da değinilmiştir. Fakat bu çalışmalarda tarikat sancaklarının ikonografik ve Türk sanatındaki yeri konuları yeterince incelenmemiştir. Bu yönüyle ilgi çeken tarikat sancaklarından; Ankara Etnografya Müzesi, Akşehir Nasreddin Hoca Arkeoloji ve Etnografya Müzesi ile Yozgat Müzesi’nde yer alan 17 adet örnek ayrıntılı biçimde incelenerek değerlendirilmişlerdir. Makalede sancağın tarikatlarda kullanımı hakkında bilgi verildikten sonra; adı geçen müzelerdeki sancaklar malzeme, teknik, süsleme açılarından tanımlanmışlar ve sembolik boyutlarıyla değerlendirilmişlerdir. 19. yüzyılın ikinci yarısı ile 20. yüzyılın başlarına tarihlendirdiğimiz sancakların bir kısmında yazılar, bazılarında yazılarla birlikte geometrik motifler ve nesnelerle yapılan süslemeler vardır. Bir grup sancak ise yazısız olup nesnelerle yapılan süsleme mevcuttur. Sembolik açıdan ise; bir tarikat sancağı, sûfinin nefsine karşı verdiği mücadeleyi yansıtır.