Yazar "Naki, Emrah" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 7 / 7
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Basra Körfezi’nde Portekiz Hâkimiyetinin Sonu: Safevî-İngiliz İttifakı(2022) Naki, EmrahBasra Körfezi'nde Portekizlerin yüzyıldan fazla süren egemenliği Afonso de Albuquerque'nin Hürmüz'e vardığı 1507'de başladı. İlk İngiliz gemisinin Umman Körfezi’nde bulunan Cask limanına girdiği 1616 ile Hürmüz kalesindeki Portekiz garnizonunun Şah Abbas'ın kuşatma güçlerine teslim olduğu 1622'ye kadar sürdü. Hürmüz'ün Portekizlilerden alınışı İmam Kulun Han komutasındaki devasa Safevi ordusunun, İngiliz Doğu Hindistan Şirketi’ne ait gemilerin koruması altında karaya çıkıp şehre yürümesiyle başladı. İngiliz deniz yardımı olmadan Portekiz deniz kuvvetleri tarafından korunan Hürmüz’ün Safeviler tarafından ele geçirilebilmesi mümkün değildi. Safeviler kaleyi kuşatmaya başlarken, İngilizler de çabalarını kale duvarlarının altına demirlemiş kalyonları batırmaya harcadılar. Bunda o kadar başarılı oldular ki Nisan ayının ilk haftasında hepsini batırdılar veya yaktılar. 1616'dan 1622'ye kadar olan altı yıllık kısa süre zarfında Portekiz deniz hâkimiyetini kırılmasıyla birlikte İngiliz Doğu Hindistan Şirketi gemileri Basra Körfezi’nde belirdi. Bu durum, 1580’de İspanya egemenliğine giren Portekiz’in Hürmüz-Goa-Lizbon güzergâhı bulunan Okyanus ticaretine büyük darbe indirmekle birlikte Doğu Hindistan Şirketi önderliğindeki İngiliz hâkimiyetinin belirtilerini göstermekteydi. Osmanlılarla sınır sorunlarını çözen 1618 tarihli Serav Antlaşması sonrasında yönünü rahatlıkla körfeze dönen Şah Abbas, sırasıyla Comorão (Bender Abbas), Keşm ve Hürmüz’ü Portekizlilerden alarak Basra Körfezi’nde hâkimiyet kurmayı başardı. Bu çalışma, Portekiz ve İspanya Arşiv Belgeleri ışığında hazırlanmış olup Safevî Devleti üzerine yapılan araştırmalarda başta “Torre de Tombo” ve “Biblioteca Nacional de España” arşivleri birincil kaynaklar ihtiva etmesi açısından önemi haizdir.Öğe Conquest of Cyprus by the Turks: Divergence o f the Early Modem Period and Establishment of Status Quo in the Mediterranean(Hale Sivgin, 2019) Naki, EmrahThe victory of the Ottomans at Djerba (1560) and the Great Siege of Malta (1565) were perceived as a serious threat to the West and led the Pope to mobilize the Catholic states to build an alliance against the Ottomans. Although the Malta siege was fended off successfully by the West, it was obvious that the Ottomans would continue their expansion in the Mediterranean. The toppling in 1570 by the governor of Algeria, Iliac Ali Pap, of the ruler of Tunisia, a vassal of Spain, and his open support for the Morisco revolts in Spain, was the best proof of it. In the face of Ottoman expansion, it did not appear easy to build an alliance which would counter the Turks both on sea and land by incorporating also the Habsburgs' Austrian branch, but at least a Christian fleet could be formed led by Spain and Venice. In this respect, Spain, ruled by Philip II, would obviously not oppose it. The real issue for the Pope was to convince the Republic of Venice, which had a large fleet in terms of sea power. Venice, using its commercial relations with the Ottomans as an excuse, initially opposed the Pope's proposal. However, in the summer of 1570 after the Ottomans had commenced their siege of Cyprus, which was under the domination of Venice, this time it was the Venetians who came up with the proposal of an alliance. Eventually, a Christian alliance (the Holy League) was formed in order to save Cyprus first of all and then to ensure that the Ottomans would no longer be a threat to the West in the Mediterranean. While this study was prepared comparatively from both Turkish and Western sources, rather than describing the anatomy of a war, it examines the relative causes leading to the conquest of Cyprus and their effects.Öğe Conquest of Cyprus by the Turks: Divergence of the Early Modern Period and Establishment of Status Quo in the Mediterranean(2019) Naki, EmrahThe victory of the Ottomans at Djerba (1560) and the Great Siege of Malta (1565) were perceived as a serious threat to the West and led the Pope to mobilize the Catholic states to build an alliance against the Ottomans. Although the Malta siege was fended off successfully by the West, it was obvious that the Ottomans would continue their expansion in the Mediterranean. The toppling in 1570 by the governor of Algeria, Uluç Ali Paşa, of the ruler of Tunisia, a vassal of Spain, and his open support for the Morisco revolts in Spain, was the best proof of it. In the face of Ottoman expansion, it did not appear easy to build an alliance which would counter the Turks both on sea and land by incorporating also the Habsburgs’ Austrian branch, but at least a Christian fleet could be formed led by Spain and Venice. In this respect, Spain, ruled by Philip II, would obviously not oppose it. The real issue for the Pope was to convince the Republic of Venice, which had a large fleet in terms of sea power. Venice, using its commercial relations with the Ottomans as an excuse, initially opposed the Pope’s proposal. However, in the summer of 1570 after the Ottomans had commenced their siege of Cyprus, which was under the domination of Venice, this time it was the Venetians who came up with the proposal of an alliance. Eventually, a Christian alliance (the Holy League) was formed in order to save Cyprus first of all and then to ensure that the Ottomans would no longer be a threat to the West in the Mediterranean. While this study was prepared comparatively from both Turkish and Western sources, rather than describing the anatomy of a war, it examines the relative causes leading to the conquest of Cyprus and their effects.Öğe İSPANYA, PORTEKİZ VE SAFEVÎ İLİŞKİLERİNDE DÖNÜM NOKTASI: MIGUEL DABREU DE LIMA’NIN İRAN ELÇİLİĞİ(2022) Naki, EmrahOsmanlı tehdidi karşısında düşmanımın düşmanı dostumdur düsturu ile hareket eden Hıristiyan devletler, Şii Müslüman inancına mensup olmalarına rağmen Safevileri müttefik olarak kabul etmekten çekinmemekteydiler. Safevî Devleti’nin kuruluşundan itibaren Osmanlı-Safevî çatışmasını Osmanlılara saldırmak için doğru bir fırsat olarak görmekteydiler. Batı’nın İran siyaseti Timur’un Ankara Zaferi’yle başladı. İspanyol elçi Ruy Gonzalez Clavijo ilk kez 1404’te İran’a vardığında ilk temas kuruldu. Ardından Akkoyunluların lideri Uzun Hasan ile ilişkiler devam ettirildi. Safevilerin tarih sahnesine çıkmasıyla beraber Şah İsmail döneminde bu kez Portekizlilerin önderliğinde Batıların İran ile olan ilişkileri arttı. Doğudaki Şî’î bir devletin varlığı Osmanlı Devleti açısından en başından beri tehdit unsuruydu. Topraklarındaki nüfus hareketlerini kontrol etmek ve zanaatkâr iş gücünün İran’a götürülmesini engellemek II. Bayezid’den beri Osmanlıların bir devlet politikasıydı. Safevileri ortadan kaldırmak amacıyla uzun yıllardır süren Osmanlı-Safevî savaşları iki ülkenin hazinesini iflasa sürükleyecek kadar ciddi bir boyut kazandı. İktisadî duruma bakıldığında ikinci bir Çaldıran yaşanması ihtimaline karşı devletinin yıkımını önlemeye çalışan taraf Şah Tahmasp oldu. Osmanlılarla barış yaparak devletini ayakta tutma siyasetini izledi. Nihayet 1555 Amasya Antlaşması ile bu amacına ulaşırken aynı zamanda padişaha bir Şî’î Safevî devletinin varlığını kabul ettirdi. Ziraî ve iktisadî kalkınma hedefinde barışçı, akıllı ve âdil siyaset güden Şah Tahmasp ile İran’da ekonomik ilerleme görüldü. Osmanlılarla sürdürülen barış sayesinde İran’da imar faaliyetleri başlayıp nüfus artışı yaşandı. Bu yüzden Osmanlı-Safevî barışını riske atacak her teşebbüse Şah Tahmasp yüz çevirmekteydi. Fakat Hıristiyan krallar, İnebahtı zaferinin Şah Tahmasp’ı ittifaka katılmaya ikna edebilecek bir kırılma noktası olduğuna inanmaktaydılar. İnebahtı Muharebesi’de donanmasının büyük kısmını kaybeden Osmanlı Devleti’ne karşı İspanya, Papalık ve Venedik’ten oluşan Hıristiyan devletler, hem karadan hem de denizden olmak üzere eş zamanlı bir sefer başlatarak Osmanlıları tarih sahnesinden silmek istemekteydiler. İnebahtı zaferi öncesinde kurulan Hıristiyan İttifak’a Portekiz dâhil oldu. Portekiz’in denizaşırı taşımacılığı sayesinde İran’a ulaşım Lizbon, Goa, Hürmüz vasıtasıyla sağlanmaktaydı. Osmanlı topraklarından geçen kara yoluna göre çok daha güvenliydi. Atlantik ve Hint Okyanusu arasındaki ticarete egemen olan Portekiz Kralı Dom Sebastião, batıdan ve Safevilerin yardımıyla doğudan olmak üzere aynı anda Osmanlı Devleti’ne saldırmayı amaçlayan müttefikler adına Şah Tahmasp’a denizden bir elçi gönderme görevini üstlendi. Bu doğrultuda harekete geçen ittifak üyeleri, Portekiz Kralı Dom Sebastião'nun elçisi Miguel Dabreu de Lima ile birlikte Şah Tahmasp’a gönderdikleri mektuplarda Osmanlılara karşı Safevileri ittifaka sokmak niyetinde olduklarını bildirdiler. Fakat Şah Tahmasp, Portekiz elçisi Dabreu de Lima’yı pek dostane karşılamayarak Osmanlı Devleti’yle barışı korumakta kararlı bir duruş sergiledi. Bu bağlamda esas olarak İspanyol ve Portekiz arşivlerine göre ele aldığımız çalışmamız, İnebahtı Muharebesi’nin uluslararası siyaset açısından etkisini küresel boyutta gösterme denemesidir.Öğe Osmanlılara Karşı İttifak Arayışları: Safevî Elçisi Hüseyin Ali Bey’in Avrupa Temasları (1599-1602)(Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, 2019) Naki, EmrahBatı’daki Hıristiyan kralların İran’a olan ilgisi, Timur’un I. Bayezid’i yendiği Ankara savaşından sonra başladı. 1404’te Kastilya ve León kralı III. Enrique’yi temsilen Ruy Gonzalez Clavijo’nun başkanlığındaki heyetin İran’a varması, Batı-İran İlişkileri açısından ilk olarak kabul edilebilir. 1453’te Bizans’ın düşüşüyle birlikte Osmanlılar, Batı aleyhine Doğu ve Akdeniz’deki ticari ilişkileri tehdit ederek ilerleyişlerini sürdürdüler. Memlûklerin yerini alan Osmanlıların Kızıldeniz’e akan baharat ticaretini Portekizlilere karşı koruyup Basra körfezi ve Hint Okyanusu’nda verdiği mücadeleler, güney siyasetini ifade etmekteydi. Öte yandan Akdeniz’de İspanya’ya, karadaise Viyana’ya kadar uzanarak Habsburglarla çatışması neticesinde, 16. yüzyılda Batı’nın farklı cephelerinde Osmanlılara karşı ittifak arayışları ortaya çıktı. Öyle ki Safevî Devleti’nin kuruluşundan sonra Hıristiyan devletlerin hamisi olan İspanyol Habsburgları ve Portekiz Krallığı, aynı düşman tarafından tehdit edildikleri bilinciyle İran’daki Türk devletiyle yakınlaşma çabası içine girdiler. Portekiz ve İspanya krallıklarının İspanya çatısı altında birleştiği dönemde (1580-1640), Safevî Devleti ve Portekiz-İspanyol Krallığı arasındaki ilişkiler, Portekiz’in Basra körfezindeki kalıcı konumu sebebiyle ve Osmanlı ilerleyişini frenleme ihtiyacından dolayı arttı. Bu bağlamda incelediğimiz Safevî Sefiri Hüseyin Ali Bey’in Avrupa temasları, Şah Abbas idaresindeki Safevî Devleti’nin en parlak çağını yaşadığı bir dönemde Osmanlı Devleti’ne karşı girişilen en kapsamlı ittifak arayışlarını neden ve sonuç ilişkisi içinde gösterme denemesidirÖğe ŞAH İSMAİL DÖNEMİ PORTEKİZ-SAFEVİ İLİŞKİLERİ: ANTÓNIO TENREIRO'NUN PORTEKİZ ELÇİSİYLE ŞAH İSMAİL'İN SARAYINA SEYAHATİ (1523-1524)(Ankara Haci Bayram Veli University, 2024) Naki, EmrahPortekiz-Safevî temasları, tarihte ilk kez Afonso de Albuquerque komutasındaki Portekiz donanmasının Basra Körfezi’ne girip Hürmüz Krallığı’nı egemenliği altına almaya çalıştığı 1507 yılında gerçekleşti. Konumu gereği ticaret yollarıyla olan bağlantısı sayesinde limana uğrayan malların gümrük vergilerinden büyük gelir elde eden Hürmüz, Hindistan ve İran ticaret yolları arasında güvenli üsler inşa etmek isteyen Portekizlilerin dikkatini çekti. Şah İsmail’e vasallık vergisi ödeyen Hürmüz kralını boyunduruğu altına alıp Hürmüz Adası’nda bir kale inşaatına girişen Portekizliler, bu sayede Basra Körfezi’nin askeri ve ticari kontrolünü ele geçirmeyi başardılar. Şah İsmail’in, Hürmüz’den alınan gelirden vazgeçmek gibi bir niyeti yoktu. Her fırsatta Hürmüz üzerindeki haklarını hatırlatmaktan imtina etmediği gibi askeri anlamda Portekizlilerin adadaki faaliyetlerini tehdit etmekteydi. Diplomatik kanalları açık tutan Portekiz Krallığı, Şah’ın tehditlerini baskılamaya çalışmaktaydı. Çaldıran mağlubiyeti sebebiyle yaralarını sarmakta zorlanan Şah İsmail’in Portekizlilerle iyi ilişkiler kurmaktan başka tercih yolu bulunmamaktaydı. Hürmüz’den gelen vasallık vergisini alamasa da anlaşma yolunu seçen Şah İsmail, Basra Körfezi’nde başta İranlı tüccarlar olmak üzere halkının Arabistan topraklarına deniz yoluyla taşınmasını Portekizlilere kabul ettirdi. Kendisine isyan eden Mekran kralına karşı askeri yardım ile giriş Hürmüz olmak şartıyla ana ticaret limanı Goa’da İranlı tüccarların faaliyetine izin verecek sözü Portekiz’den aldı. 1522’de Hürmüz’deki Portekizli yetkililerin gümrüklerin kontrolünü devralması üzerine, Hürmüz kralı Portekizlilere karşı ayaklandı. Vasallık vergisini Şah İsmail’e teklif edip Portekizlilere karşı ondan yardım istedi. Fakat Hürmüz kralının aniden ölümü ve yerine geçen yeni kralın Portekizlilerle anlaşması üzerine ulaşan yardım işe yaramayınca Şah İsmail, Hürmüz’e giden kafileleri engelledi. Gelirini kaybeden Hürmüz kralı, Portekizlilere vasallık vergisini ödeyemedi. Neticede Hürmüz’ü Safevi baskısından kurtarmak amacıyla Portekiz’in Hindistan valisi D. Duarte de Menezes, müzakere yapmak üzere elçi olarak Baltasar Pessoa’yı Şah İsmail’in sarayına gönderdi. Bu bağlamda Portekiz elçisine İran yolculuğunda eşlik eden António Tenreiro’nun gözlemlerini kaleme aldığı “Itinerario..” adlı seyahatnamesinin İran ile ilgili kısmının Portekizceden tercümesi, PortekizSafevî İlişkileri ve İran’ı bir Portekizli seyyahın gözünden görmemiz açısından önemi haizdir.Öğe XVI. yüzyılda Latin Amerika gümüşünün Osmanlı-İspanyol rekabetindeki iktisadi rolüne dair Bazı düşünceler(Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Atatürk ve Çanakkale Savaşlarını Araştırma Merkezi (AÇASAM), 2016) Naki, EmrahXVI. yüzyıl boyunca Osmanlı ve İspanya Devletleri arasında Akdeniz’de süregelen çatışmanın geri planında Avrupa’ya uzanan Latin Amerika gümüşü finansal önemi haizdir. Bu değerli madenin mevcudiyeti, özellikle bu iki imparatorluğun sahip oldukları savaş makinelerini finanse etmede etkin rol oynamıştır. Fakat bu uzun soluklu siyasi ve askeri rekabet uzun vadede devletlerin hazinelerinde onarılmaz kayıplara yol açmıştır. Merkezde daha büyük ordular kurmak ve bunları sürekli olarak eğitme zorunluluğu bu iki devletin finansal yapısını yıpratırken, uzun ve tüketici savaşlar parasal sorunları daha da ağırlaştırmıştır. Bu şartlar altında kaçınılmaz olarak baş gösteren finansal kriz, İspanyol hazinesinde iflaslar yaşatmış, Osmanlı ziraatı ve sanayiinde ise bunalımlar yaratmıştır. Bu bağlamda çalışmamız, Latin Amerika gümüşünün XVI. yüzyılda İspanya ve Osmanlı Devletleri’nin ekonomilerinde yarattığı olumlu ve olumsuz etkileri gösterme denemesidir











